• DOLAR 34.471
  • EURO 36.354
  • ALTIN 2932.226
  • ...

Bugün itibariyle İslam`ın bir yıl içerisindeki en bereketli günlerini tamamlamış olduk.

Önce üç aylara girdik, Ramazanı yaşadık, sonra Kurban ve Hacc ibadetlerinin bulunduğu Zilhicce`nin teşrik günlerini yaşadık.

Orucumuzun yanı sıra özellikle yükümlü olanlar zekâtlarını verdi, sadakalarını verdi, son olarak da müminlere kurban dağıtarak bir başka yükümlülüğü yerine getirdi.

Peki, tamam mı?

Önce şunu iyi bilmemiz gerekir; zekât, asli ihtiyaçların dışında nisap miktarına ulaşan ve üzerinden bir yıl geçen para, altın, gümüş ve diğer ticaret mallarının kırkta birini, koyunların, sığırların, develerin, meyvelerin ve tahılların her birinin belirli miktarını, yine İslam`ın belirlediği kişilere vermektir. İslam`ın beş şartından birisi olan bu zekât ibadeti hicretin ikinci yılında Medine`de farz kılınmıştır. Daha da sonra farz kılındığına dair rivayetler varsa da en sahih olanı budur.

Evet, şu bizim bildiğimiz zekât, Ramazan`a mahsus Fitre ibadetimiz nübüvvetin ta on beşinci yılında farz ve vacip kılınmıştır. Vacip olan kurban ise daha sonra emredilmiştir.

Peki, İslam o zamana kadar, yani on beş yıl boyunca fakirlere, yoksullara yardım etmeyi, onlara bir şeyler vermeyi emretmiyor muydu?

Emrediyordu, hem de öyle emrediyordu ki, bugünkü kırkta birlik zekât miktarı o ilk emirlerin yanında bir hiç kalır.

Ezilenlere, sömürülenlere, ruhlarıyla birlikte bedenleri köle yapılanlara, yoksul bırakılanlara, hakkı yenenlere dikkat çekiyordu.

Adam gibi adam olabilmek için sarp yokuşa tırmanmak gerektiğini, bunun için kölelerin azad edilmesi gerektiğini, insanların özgürlüğüne kavuşturulması gerektiğini, salgın kıtlık gününde açların doyurulması gerektiğini, yetimlere el uzatılmasının, toprağa belenenlerin tutulup kaldırılmasını istiyordu hep.

Bir köle azad etmenin, hele birçok köleyi azad etmenin ne anlama geldiğini hiç düşündünüz mü? Bir köle bir otomobil demektir, yani otomobil bağışlamak demektir.

Salgın ve uzun süren kıtlık günlerinde insanları doyurmak ne demektir biliyor musunuz? Yılda bir verilen kırkta bir zekâtla bunlar asla kıyaslanamaz.

Peki, zekât ibadetinin farz kılınmasıyla birlikte bütün bunlardan kurtuluverdik mi?

“Komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir” hadisi şerifiyle soralım bu sorumuzu: Etrafımızda insanlar hâlâ aç iseler, çevremizde ciddi bir sosyal felâket varsa, “Allah`ım ben ne yapayım, senin emrettiğin şekilde malımın kırkta birini zekât olarak verdim, fitremi verdim, kurbanımı dağıttım…” diyerek kurtulabilir miyiz?

Evet, zekât İslam`ın sütunlarından birisidir ve kıyamet gününe kadar asla değişmeden devam edecek bir ibadettir.

Fakat bütün zamanlarda ve her toplumda sadece zekâtla yetinilemez. Çünkü zekât düzenli ve kurumlaşmış İslam toplumlarının ibadetidir. Devlet olmuş toplumların, düzenli bir yapıya sahip olmuş Müslümanların değişmez bir ibadetidir. Daha doğrusu, normal zamanların ibadetidir. Eğer olağanüstü durumlar söz konusu ise, Müslümanlar asla kırkta birlik zekâtla yetinemezler, Allah katında yükümlülükten kurtulamazlar.

Nedir bu olağanüstü durumlar?

Dengesizliklerin hakim olduğu, zulmün ve adaletsizliğin egemen olduğu toplumlarda İslam doğrudan bu konu üzerinde yoğunlaşır ve dikkatleri bu noktaya çeker.

Cihad günleri… Evet, İslam`ın cihad günlerinde Müslümanlardan ne istediğine şöyle bir bakın, her şeyi daha iyi göreceksiniz.

Şüphesiz Allah cennet karşılığında müminlerin canlarını ve mallarını satın aldı…” (9/111) ayetine dikkat ediniz. Karşılığında cennet satın alınan malın kırkta birlik zekât olduğunu söyleyebilir miyiz?

Demek istediğim odur ki, her yöneyle olağanüstü bir zamanda ve zeminde yaşıyoruz. Yakın çevremizde de, bizden uzak diyarlarda da olağanüstü durumlar söz konusudur. Asla zekâtla yetinemeyiz, kurban eti dağıtmakla yetinemeyiz.

Özellikle Allah`ın dinini hayata hakim kılma mücadelesi veren Müslümanlar tamamen olağanüstü şartlarla karşı karşıyadır. Zekâtlarımız ve fitrelerimiz yetmiyor bu iş için, daha büyük fedakârlıklar gerekiyor.

Sadece maddi açıdan değil, emek ve koşuşturma konusunda da öyle. Cumartesi öğleden sonralarımız yetmiyor. Haftada bir akşam sohbetlere katılmamız yetmiyor.