Dışımızdakilere güven verebilmek
Müslümanların gündemlerinin birinci sırasında; dışımızdakilere güven verebilmek olmalı diye düşünüyorum. Dışımızdakilerin tereddüt etmeden kendilerini bize teslim edebilmeleri bizim için zaferin zirvesi olmalıdır. Suriye’ye baktıkça hep bunları düşünüyorum.
Dışımızdakilerle kimleri kastettiğimi müsaadenizle birazcık açayım. Bizim gibi düşünmeyenler, bizim gibi inanmayanlar, bizimle aynı mezhepten ve meşrepten olmayanlar hatta aynı etnik kökenden gelmeyenler.
Fakat bütün bunlarla birlikte aynı topraklarda yaşayanlar veya yakın komşu olanlar. İşte bunlara güven verebilmeliyiz, bunlar bizi en güvenilir liman olarak görebilmelidir.
Saadet asrının bu anlamda en müşahhas örneği Yemen taraflarında yaşayan Necran Hıristiyanlarıdır. Peygamber Aleyhisselam’ın davet mektubunu aldıklarında bir heyet halinde Medine’ye gelmişlerdi. Bu heyetin Medine’de kaldığı üç dört gün içerisinde önemli tartışma ve müzakereler olmuş, Kur’an’ın ışığı altında Hristiyanlık masaya yatırılıp sorgulanmış, Hazreti Meryem’in, Hazreti İsa’nın gerçek kimlikleri, onun getirdiği dinin özü ortaya konmuş, buna rağmen hâlâ yanlışlarda ısrar edenler Kur’an tarafından lanetleşmeye davet edilmiş,
Necranlılar bundan korkup çekinmişlerdir. Medine’den ayrılırlarken ileri gelenlerden bir kısmı Müslüman olmuş, memleketlerine dönerlerken İslam’ı öğretmek ve yönetmek üzere emîn bir kişiyi de kendileriyle birlikte göndermesini Rasûlullah’dan (s.a.v) istemişler, o da:
“Yarın ben emînlerin emîni olan birisini sizinle birlikte göndereceğim!" buyurmuştur.
Kimdi acaba bu emînlerin emîni diye nitelenen kişi, bütün ashab-ı kiram merak içinde kalmıştı. Ertesi gün mescidde sabah namazından sonra Rasûlullah (s.a.v) yüzünü ashabına çevirmiş, gözleri birisini arıyordu. Hz. Ömer (r.a) diyor ki: “O güne kadar hiç bir zaman içimde riyaset isteği duymamıştım, fakat o gün öylesine istedim ki, Rasûlullah’ın (s.a.v) "emînlerin emîni" diye nitelediği kişinin kendimin olmasını, hatta gözüne görüneyim diye oturduğum yerde dizlerimin üzerine dikeliyordum. Fakat Rasûlullah’ın (s.a.v) aradığı kişi ben değildim, çünkü beni gördüğü halde çağırmıyordu. Daha sonra gerilerden Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı görüp çağırdı, yanına oturttu ve Necran heyetine:
"İşte emînlerin emîni! Her ümmetin bir emîni vardır, bu ümmetin emîni de Ebu Ubeyde'dir." buyurdu ve onlarla birlikte Yemen'e gönderdi.
Kısacası insanlık âlemi bugün sığınacak bir liman, kendilerini teslim edecek birilerini arıyor. Buyurun, buna layık olup olmadığımızı kendi küçük çevremizde, binamızda, sitemizde, çarşımızda göstermeye çalışalım.