• DOLAR 34.609
  • EURO 36.642
  • ALTIN 2938.737
  • ...
Camia olarak hükümet tarafından yürütülmekte olan çözüm sürecine baştan sona hep iyi niyetle yaklaştık. Maksat şiddet ve terörün son bulmasıysa gerek devletin gerek hükümetin PKK ve İmralı ile görüşmelerini hiç yadırgamadık ve bu görüşmeleri, bir suçmuş gibi devletin ve hükümetin dize gelişiymiş gibi görmedik. Bu anlamda hükümetin aleyhinde bir yaygara da koparmadık. 
 
Fakat mesele eğer sadece terör sorununun çözümü değil de Kürt sorununun çözümü meselesiyse işte orada durulması gerektiğini, mutlaka ve mutlaka Müslüman camiaların da muhatap alınması gerektiği vurguladık.
Şimdi bu kısa girişten sonra iki haber üzerinden bazı tespitlerimizi sunmaya çalışacağım.
Birincisi, âkil insanların üç ay süren çalışmalarının sonunda sundukları rapor… 
 
Ben bu rapor için dağ fare doğurdu demeyeceğim. Çünkü zaten İslam adına, İslami camia adına fazla bir beklentim yoktu. 
Her ne kadar bazı kardeşlerimiz sayfalar dolusu raporun küçük bir paragrafıyla sevinmiş olsalar da âkil adamların da bu ülkedeki ve bu bölgedeki Müslümanca var olma mücadelesini anlamaya niyetlerinin olmadığı apaçık ortadadır.
“Bölgenin bir gerçekliği olan Hizbullah/Mustazaflar Hareketi`nin, kendisini şiddetten arındırıp sivil topluma ve demokratik siyasete entegre olma çabalarının desteklenmesi ve teşvik edilmesi gerekirken legal sivil toplum faaliyetlerinin dahi terör eylemi olarak değerlendirilip kimi üyelerinin terör örgütü üyeliği suçlamasıyla mahkûm edilmesi ve derneklerinin kapatılması, söz konusu yapıyı kriminalize etmekten ve gerilimlere yol açmaktan başka hiçbir sonuç doğurmamaktadır. Çözüm süreci bakımından bir risk potansiyeli taşıyan bu olumsuz gelişmeler yetkililerce dikkate alınmalı ve gereken hassasiyet gösterilmelidir.”
 
Anlaşılan o ki Âkil insanlar grubu katıldıkları kalabalık toplantıların bir kaçında bu ifadeleri dile getiren birkaç kişiyi dinlemiş ve bunları raporlarına bu kadarcık yansıtmışlardır.
 
Mesele bizim için sadece terörist muamelesi görmek ve bundan müşteki olmak ve rahatlatıcı taleplerde bulunmak değildir.
 
Ne demek istediğimizi şu ikinci haberden sonra biraz daha iyi anlatabileceğimizi düşünüyorum.
 
Medyanın büyük bir bölümünün resimlerle birlikte yer verdiği Cizre ile ilgili haber:
“PKK, Şırnak`ın Cizre ilçesinde ‘asayiş` birimleri oluşturdu, yol kesip kimlik kontrolü yaptı. PKK`lılar tarafından kurulduğu belirtilen YDG-H adlı grup, Cizre`de tören düzenledi. Askeri düzen içinde sıraya girdiği görülen PKK`lıları, vatandaşlar da izledi. Abdullah Öcalan`ın fotoğrafı ve PKK bayraklarının açıldığı törende yüzleri maskeli ve tek tip kıyafetli PKK`lılar, yemin edip asayiş teşkilatının diplomasını aldılar.
 
Yüzü kapalı bir PKK`lı tarafından okunan açıklamada ise şu ifadeler yer aldı: “Diyarbakır`da Nevruz kutlamalarında ilan edilen demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa hamlesiyle birlikte yılların özgürlük mücadelesi yeni bir sürece girdi. Kürt ve Kürdistan`ın varlığının kabul edilmeye başlandığı bu süreçle birlikte temel mücadele alanının yeni özgür yaşamı inşa etme olacağı kesindir. Bunun ilk ve temel ayağı şüphesiz öz savunmadır. YDG-H olarak öz savunma endeksli asayiş güçlerini oluşturmayı tarihsel bir sorumluluk olarak üstleniyoruz.”
 
Bu haberi yayınlayanların önemli bir bölümü üniter devletin egemenliğine halel geldiğine, bölünme konusuna vurgu yapmak için yayınladılar ve yorumladılar.
 
Bizim endişemiz bunlar değildir. Müslüman Kürt halkının bunu kabullenip kabullenmeme meselesidir. Çözüm sürecinin neticesinde bölgede Cizre fotoğraflarının çoğalmasının nerelere varacağıdır. 
 
Daha açıkçası dağdan inen veya derlenen Marksist grupların kent merkezlerinde çeşitli isimler altında üniformalı ve silahlı birlikler oluşturarak denetime el koymaya kalkışmasına Müslümanların cevabı ne olacaktır?
 
Daha da önemlisi hükümetin çözüm süreci böyle bir şeyi içeriyor mu, böyle bir vaadi var mıdır? İslami camiayı ciddi anlamda bir türlü anlamak istemeyen ve görüşmeye tenezzül buyurmayan tavırlarına bakınca insan ister istemez böyle düşünüyor.
 
Yoksa işin içinde başka bir senaryo mu var?
 
Günümüz dünyasında hepimizin şahit olduğu bir gerçek vardır: Emperyalistler halkı Müslüman olan ülkelerden askeri anlamda çekilirken orada mutlaka bir pürüz, bir kaos, bir çatışma ortamı bırakarak çekilmişler ve böylece daha sonra müdahale bahanesi bırakmışlardır.
 
Acaba Türkiye Cumhuriyeti de mi böyle yapmak istiyor? Çözüm adı altında bir kaos ortamı bırakarak, “Bakın biz olmadan bunlar hep böyle birbirlerine düşerler, biz olmadan huzur olmaz” diyerek daha sonra yeniden askeri bir müdahalede mi bulunmak istiyor?