• DOLAR 34.662
  • EURO 36.624
  • ALTIN 2941.713
  • ...

“Barış süreci” adında başlatılan bir garip süreç hikâyesi yaşadık. Bu sürecin bozulmaması adına da insanımız aldatıldı. Eli silahlı Pkk` ye o kadar çok alan açıldı ki, “bunu sana baban bile yapmaz”, sözü akıllara geldi. Netice itibariyle ağır faturalı bir hüsran yaşadık. Bu sürecin faturası başta dindarlar olmak üzere, sivil halka çıktı. Devletin yeni hamlelerine paralel olarak gelen açıklamalar, hükümetin bu garip ve hezeyan kokan süreçten vazgeçtiği ve toplumsal barış ve mutabakat hususunda gerçekçi bir yol takip edeceği umutlarını doğurdu. Hükümet yetkilileri,  Pkk`nin, bu süreci her şeye rağmen nasıl suistimal ettiğini ve kendilerinin her şeye rağmen nasıl korkunç tavizler verdiğini, pardon, nasıl engin bir hoş görü ve tolerans tanıdıklarını anlattı. Bu kabilden farklı düzeylerde birçok demeç geldi.

Bütün bu açıklamaları alt alta topladığımız zaman, “merdi kıpti, şeccat arz ederken, sirkatin söyler”  darb-ı meseli aklımıza geldi. Örneğin bu açıklamaların birisinde Bülent Arınç açık bir şekilde Pkk`nin silahlı unsurlarının karakolların yanında geçerken askerlere el salladığını ve silahları ile rahat bir şekilde geçtiklerini, el sallamakla meğer askerlerle dalga geçtiklerini sonradan anladıklarını ifade etti. Herhalde bize, “günaydın” demek düşer. Uyanmanız ve gözlerinin açılması için bu kadar bedelin ödenmesi mi gerekirdi? Nitekim bu şekilde bir el sallamanın ardından,  Karlıova`da Cengiz Tiryaki kardeşimiz şehit edilmişti. Bu durum, üç komutanın imza altına aldığı tutanak ile resmileştirilmiştir. Bu şekilde başta dindar Müslümanlar olmak üzere, halkımıza yönelik saldırıların ve kaçırmaların birçoğu polis ve askerin gözleri önünde gerçekleşmiş ve yapılan bu eylemlere ve katliamlara müdahale edilmemiştir. Peki, bu süreçte polis ve asker pas geçilerek vatandaşa yönelik yapılan eylemlerin hesabını kim verecek? Halka yönelik bütün bu olaylar gerçekleşirken ve hatta 6-7 Ekimde tam bir vahşet yaşanırken, Neron`un Roma`yı yakarken lir çalması gibi, Pkk çeteleri vahşet naraları eşliğinde Diyarbekir başta olmak üzere, Kürdistanı, Neron`un Roma`sına çevirirken, bütün devlet erkânı adeta “misafir sanatçıları” oynadı. Devletin zirvesi ise bu esnada muktedir olmak yerine, şikâyet ediyordu. Devlet yetkilileri, bütün bunlar olurken, şikâyet yarışına girmişlerdi. Pkk, saldırılardan perişan olan halka şikâyet ediliyordu. Tam bir “şaşkınlar tiyatrosu” oynanıyordu. Bunun bedelini ise, halkımız malı ve canı ile ödüyordu. Bu şekilde “bir garip çözüm süreci hikâyesi” diyebileceğimiz bir süreç yaşandı. Gelinen noktada tavır ve söylem değişikliği oldu. Toplumsal barış ve mutabakat noktasında yeni bir takım ümitler doğmuştu ki, yeniden hayal kırıklıkları oluşmaya başladı bile... Geçenlerde, bu kırılmanın akabinde çözüm sürecinin muhatapları hususunda ipucu vermesi beklenen ve Başbakanın sivil teşekküllerle yapmış olduğu toplantıdan hayal kırıklığı çıktı. Hükümetin bazı gerçekleri ısrarla yok sayması ve yerel bazı dinamikleri görmemezlikten gelmesi tek kelime ile “pes” dedirtti. Kürdistan bölgesinin en önemli aktörlerinden olan Mustazaflar camiası, Hüdapar ve Peygamber Sevdalıları Platformu davet edilmemişti. Oysa bu camialar, Kürdistan`ın en önemli aktörleridir. Hem anlayış ve stratejileri, hem de sahip oldukları toplumsal taban ile toplumsal barış ve mutabakata önemli katkılar sunabilecekleri kuşkusuzdur. Ben, burada özellikle bu kurumlardan birisi üzerinde durmak istiyorum. Peygamber sevdalılarını temsil eden Peygamber Sevdalıları Platformu, halkımızın büyük bir kısmının tevecühhüne mazhar olmuş ve hüsnü kabul ile karşılanmıştır. Sadece Kürdistan`da değil, Türkiye`nin her tarafında, hatta Avrupa`da bile insanımızın teveccühüne mazhar olmuştur. Sürekli kullandığı barış ve kardeşlik dili, konsepti ve eylem pratiği ile toplumsal barış ve mutabakata önemli katkılar sağlar. Sahip olduğu misyon ile sadece Türkiye`nin değil, tüm Ortadoğu halkları için bir ümit olabilir. Sahip olmuş olduğu evrensel kardeşlik söylemleriyle, insanlığın önüne yepyeni ufuklar sunmaktadır.  Sahip olduğu söylem ve ortaya koyduğu eylem tarzı ile bu topraklarda her geçen gün kardeşliği Nebevi çizgide büyüten böylesine bir kurum, siyaset üstüdür. Kitleleri bir araya toplama ve yönlendirme noktasında sahip olduğu devasa ve şaşırtıcı bir potansiyeli mevcuttur. Peygamber Sevdalıları Platformu`nun yapmış olduğu çağrılar, her siyasi görüşten insan nezdinde karşılık bulabilmektedir. Siyaset üstü olan ve misyonu ile bu toplumun harcı, çimentosu olan ve adeta sigortası olan bir yapı, nasıl ki milyonluk kitleleri meydanlarda toplayabiliyorsa, barış ve kardeşlik söylemleri ve pratiği ile Türkiye`yi barış zemininde de bir araya getirebilir. Dikkat edilirse, Türkiye`nin gündemi ne olursa olsun ve siyasi atmosfer nasıl olursa olsun, her geçen gün bu yapıya olan teveccüh artmaktadır. Kutlu doğum etkinlikleri çığ gibi büyümektedir. Artık köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir neredeyse Türkiye`nin her tarafında bu etkinlikler yapılmaktadır. Bu etkinliklerde siyasi hiçbir söylem yoktur. Tam aksine toplumun her kesiminin duygu ve düşüncelerine hitap eden temalar işlenmekte, tüm toplum kucaklanmaktadır. İslam Ümmeti`nin ortak paydası olan nebevi anlayış, bu faaliyetlerin ana eksenini oluşturmaktadır. Her kesimden halkımızın kabul ettiği bu düşünce ve eylem pratiği, barışın ana ekseni olabilir.

Toplumsal barış ve mutabakat noktasında, toplumsal tabanı olmayan sivil toplum kuruluşları ile Pkk`ye yakın duran sivil toplum kuruluşlarının, halkın tamamının temsilcisi olarak görmek bir yanılgıdır ve hakkaniyete uymaz. Pratikte de bir neticesi olmaz. Bu noktada önemli rol oynaması gereken STK`ların hem söylem ve pratiklerinin barış dili ile uyumlu olması gerekir, hem de önemli ölçüde toplumsal tabanlarının olması gerekir. Peygamber Sevdalıları Platformu, herhangi bir cemaat ve siyasi oluşum değil, halkımızın ortak vicdanı ve sesidir. Bu halkın en itibarlı ve güçlü temsilcisidir.