Eğitimimiz ne kadar yerli ve milli?
Bir toplumu biçimlendiren ve kimliğini oluşturan en önemli kurumlardan birisi eğitimdir. Eğitim, insan kaynakları fabrikalarıdır. Eğitimin kalitesi ve keyfiyeti, o toplumun kalitesini ve keyfiyetini oluşturur. Bir eğitim sisteminin, toplumu medeniyet ufuklarına taşıması için iki önemli hususu mevcut olmalıdır. Öncelikle eğitimin ruhu ve rengi itibariyle eğitim o topluma ait olmalıdır. O toplumu toplum yapan değerler külliyatı üzerine inşa olmalıdır. Kısacası; bu eğitim, “bizi biz yapan değerler”le yoğrulmalı ve bu değerleri gelecek nesillere aktarabilecek bir keyfiyette olmalıdır. Öte taraftan eğitim sistemi, teknik ve muhteva olarak bilimsel temellere oturtulmalı ve o toplumu bilim ve teknik yarışında ileri bir noktaya taşıyabilmelidir. Eğitim, hiçbir siyasi ve ideolojik çıkara feda edilemeyecek kadar önemlidir.
Farklı kaygılarla atılan adımlar, bir toplum içerisinde başta kültür çatışması olmak üzere birçok sorunun ortaya çıkmasına yol açar. Toplum, kimlik bunalımı yaşar; nereye ait olduğunu ve toplum içerisinde rollerinin ne olduğunu bilmeyen, küreselcilik ve liberalizm rüzgarı önünde savrulan bir nesil yetişir. Hatta öyle bir zaman gelir ki, yeni yetişen nesiller kendi toplum ve kimliğini temsil etmek yerine, kendi toplumuna savaş açan birer Truva atına dönebilir.
Eğitimin temel kaleleri, devlet okullarıdır. Devlet okullarında cari olan müfredat, diğer eğitim kurumlarını da biçimlendirir. Devlet okullarına baktığımız zaman; ta ilk okuldan üniversiteye kadar müfredatın yukarıda belirtilen iki ana unsura göre hazırlanmadığı görülecektir. Aslında eğitimde böyle bir kaygının olmadığı görülmektedir. Ta Cumhuriyetin kurulmasından bugüne kadar okullara temel bir misyon biçilmiştir. Okulların temel felsefesi; batılılaşma ve bu milleti asli değerlerinden uzaklaştırmak olmuştur. “Yeni bir toplum, yeni kültür” felsefesi ile yola çıkılmıştır. Tamamen ideolojik bir karakter taşıyan bu felsefe tepki ile karşılanmış ise de bu felsefe süngü zoru ile kabullendirilmiştir. İslami değerleri ve anlayışı toplumdan söküp atabilmek için o devrin idarecileri okul müfredatını hazırlama sürecine bizatihi iştirak etmişlerdir. Hatta o dönemde dine savaş açan kitapların bazılarının kurucu iradenin simge ismi tarafından kaleme alındığı belgelerle sabittir.
İlk günden beri bu sitem, eğitimi iki temel üzere inşa etmiştir: Laiklik ve ırkçılık.
Ta o günden bu yana bu toplumun yaşadığı acıların temelinde bu iki kavramın olması yetmiyormuş gibi bir de bu kavramlar eğitim sisteminin temeline de yerleştirilmiştir.
Neticede; yıllardır tecrübe edildiği üzere kimlik bunalımı yaşayan ve kendi değerleri ile çatışan nesiller yetiştiği herkesin malumudur. Bu iki kavram, toplum için prangadır. Bu iki hedef ile evlatlarımız “ne yüzebilir ne de uçabilir” …
Okullar, bu halleri ile bu toplumu medeniyet yarışının ufuklarına taşımak yerine, Batının üstünlüğünü fikren ve ruhen kabul etmiş ve küreselleşmeyi hayat felsefesi olarak benimseyen bireyler yetişmektedir. Okullar, adeta ilk adımdan itibaren, çocuklarımızı fikren ve ruhen öğüten birer fabrikadır.
Her ne kadar bazı dönemlerde pansuman önlemlerle bu bulanık su berraklaşsa bile, hiçbir zaman idareciler sorunun temeline inmediler. Ya ellerini taşın altına koyma şecaatini gösteremediler ya da kurucu iradenin gazabından çekindiler.
Her şeyden evvel bu eğitim sisteminin; misyon, vizyon, felsefe ve zihniyetinin değiştirilmesi gerekir.
“Bizi biz yapan değerler” üzerine inşa olmuş bir eğitim sistemi inşa edilmelidir.
Bir an önce eğitim sistemini ağırlıklarından arındırmak gerekir. İdeolojik ve ırkçılık prangaları bir an evvel atılmalıdır. Yerli, manevi, insanı ve bilimi merkeze alan bir eğitim sistemi inşa edilmelidir. Kendi ellerimiz ile evlatlarımızın dünya ve ahiretini berbat etmekten ve ideolojilere kurban etmekten vazgeçmeliyiz.