• DOLAR 34.653
  • EURO 36.379
  • ALTIN 2929.147
  • ...

Kayıtlara geçen yönetim modellerine baktığımız zaman, halkın iradesinin yönetime yansıması bağlamında, temsilde adalet noktasında farklı tabloların ortaya çıktığını görmekteyiz. İşin edebiyat kısmını bir kenara bırakırsak, ideal temsiliyetin sağlanamadığını görmekteyiz. Hatta direkt temsiliyeti esas aldığını iddia eden modellerde bile halkın direkt temsiliyeti söyleminin çeşitli saiklerden dolayı  sadece söylem ile sınırlı kaldığı görülmektedir.

Günümüzde ideal model olarak ortaya konulan seçim modelinde hem teknik açıdan hem de pratik gerçekler açısından, yönetime halkın iradesinin yansıması temsilciler aracılığı ile sağlanmakta ve parlamentolar, sözde halkın sesi ve temsil mekanları konumunda görülmektedir. Bu sözler kulağa gayet hoş geliyor. Ama vekillerin başrolde olduğu düzende, halklar bu işin neresindedir? Vekiller söz sahibi iken asıl olan millet iradesi yönetime yansıyor mu?

Çeşitli siyasi saikler ve toplumsal mühendislik projelerinden dolayı halkın iradesinin yönetime yansıması ya sözde kalmakta ya da çok sınırlı kalmaktadır. Toplumsal istikrar ve kamu düzeni gibi çeşitli mazeretlerin arkasına sığınan hâkim güçler, seçim süreçlerini ve seçimleri önemli ölçüde etkilemektedir.

Bu bağlamda olmak üzere ülkemizdeki iki temel soruna değinmek istiyorum:

1.Seçim barajı

2.Siyasi partilere yapılan hazine yardımı

Yıllardır seçim barajı ve bundan mütevellit seçim sonuçlarının yönetime yansıması konusu hep tartışılmıştır. Hâkim güçler ve kendilerini milletin üzerinde görenler, bu sözde irade tornasını hep kendileri ayarlamış ve sonuçların da kendi istedikleri biçimde olması için gayret sarf etmişlerdir. Bazen başarılı bazen de her şeye rağmen başarısız olmuşlardır. Türkiye siyasi hayatında yapılan bazı seçimlere bakıldığında sırf baraj meselesinden dolayı bile Türkiye’deki halkın önemli bir kesiminin iradesinin sandığa yansımadığı ve sırf seçim sisteminden dolayı oylarının hiç de haz etmedikleri; hatta kıyamet kopsa bile oy vermeyecekleri partiye yaradığı görülmektedir. Özellikle son yapılan düzenlemelerle ittifak eksenli siyasal bir tabloda baraj sisteminin pek de anlamlı olmadığı görülmektedir. En azından baraj uygulamasının fikirsel zemininin ve tezlerinin boşa çıktığı görülmektedir. Halkın iradesinin söz konusu edildiği bir yerde seçim barajı, Berlin Duvarı’dır.

Gelelim partilere yapılan seçim yardımlarına…

Tam da bu noktada adaletsizliğe isyan eden şairin şu dizeleri aklımıza gelmektedir ve adeta şair bu dizeleri bu uygulama için söylemiş zannedersiniz:

“Allah’ın on pulunu bekleyedursun on kul;

Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.

Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa.”

Halkın temsilcilerinin kurumsal çatısı olan siyasi partilerin temsiliyet görevini hakkıyla yapabilmesi iddiası ve saikiyle siyasi partilere yapılan hazine yardımı, aslında halkın iradesinin yönetime yansıması konusunda en büyük engellerden birisidir.

Düşünün ki, bir maraton koşusu var. Yıllardır hem tecrübe hem de imkânlar itibariyle bu maratona aşina olanlar ile maratona yeni katılanlar aynı kulvarda yarışıyor. Bazı yarışmacıların formaları, ekipmanları ve bu işe uygun ayakkabıları var; diğerleri ise ayakkabısız, çıplak ayakla yarışmaya sokulmuş. Bu da yetmezmiş gibi sırtlarına yük yüklenmiş, ayaklarına da bir ağırlık bağlanmış. Türkiye’deki seçim sürecinin bir parçası olan hazine yardımının ortaya çıkardığı korkunç adaletsizlik tam da buna benziyor. Ya tüm partilere seçim yardımı yapılmalı ya da hiçbir partiye seçim yardımı yapılmamalıdır. Zaten milletin parası ile yapılan ödemelerin nasıl çarçur edildiğini hepimiz müşahade etmekteyiz. Yükünü almış büyük partiler, eğer seçim yardımı olmadan bu işi yapamıyorlarsa, siyasette yeni olan partiler kendi kısıtlı imkânları ile bu işi nasıl yapsın?

Tabi bu yardım pastasını alan meclisteki siyasi partiler, bu yardımı diğer partilerle hakkaniyetli bir şekilde paylaşmak ister mi, işte orası şüpheli… Ama temsilde adaletin ve halk iradesinin yönetime yansıması noktasında en büyük engellerden birisinin adaletsiz seçim yardımı olduğu bir gerçektir.

Son olarak anket şirketlerinden bahsetmek gerekir. İstisnalar hariç, anket şirketleri adeta birer manipülasyon makinesi gibi iş görmektedir. Halkın nabzını tutmak yerine, halkı yönlendirmeye çalışmakta, toplumsal mühendislik çalışmalarının ileri karakolu gibi görev yapmaktadır. Rant kaynağı olmayan ve kendilerine finansal bir katkı sunmayan siyasi partileri yok saymakta ve milletin hafızasından da silmeye çalışmaktadır. Bu durum utanç verici olup anket şirketlerinin manipülasyonlarına itibar etmemek gerekir.