Kazakistan olayına farklı bir bakış
Biz, Kazakistan olaylarının farklı bir yönüne dikkat çekmek istiyoruz. Evvela şu soruyu soralım:
Kazakistan başta olmak üzere, Türki Cumhuriyetler ne kadar bağımsız ve özgür?
Her ne kadar SSCB dağılıp bağımsız Cumhuriyetler topluluğu oluştuğu iddia ediliyorsa da aslında bu ülkeler başta kültürel alan olmak üzere, birçok yönden adeta Rusya’nın uydusu durumundadır. Stratejik açıdan da Rusya’nın çekim alanından ve yörüngesinden çıktığı söylenemez. Son Kazakistan olayları Rusya’nın çekim gücünün ve etkisinin derecesini yeterince ortaya koymuştur. Türkiye’nin, Türki Cumhuriyetleri, Rusya’nın çekim alanında kurtarıp bir pakt altında Türk dünyası oluşturma gayretinin sonuçları realitede ne olur, bunu da zaman gösterecek? Türkiye’nin bu hamlesi sembolik öğeler ve alanlarla mı sınırlı kalacak, yoksa Asya’da yeni bir güç merkezi mi ortaya çıkacak, bunu zaman gösterecek. Kazakistan’daki olaylar, sahadaki ezici etkinliğin kimin lehine olduğu gerçeğini ortaya koymuştur. Kazakistan, protesto olayları başlayıp ileri bir noktaya tırmanınca; başta Türkiye olmak üzere, Türki cumhuriyetlerden yardım istemek yerine, Rusya ve Rusya’nın başını çektiği bir oluşumdan yardım istemiştir.
Bırakınız siyaseti ve ekonomiyi, kültürel anlamda bile bir ittifakın oluştuğundan bahsedilemez. Yani bu anlamda Türkiye’nin Asya’da yeni bir pakt oluşturma gayreti pek de kolay görünmüyor. Rusya’nın bu ülkeleri Türkiye’ye bırakması da pek de kolay görünmüyor. Kültürel anlamda da bu ülkelerin Rusya’dan pek de ayrıştığı söylenemez. Özellikle özgürlükler noktasında pek bir mesafe kat ettikleri söylenemez. Özgürlüklerin kısıtlanmasının ve polis devleti karakterinin yanı sıra, bu cumhuriyetlerin ortak özelliği; korkunç bir yolsuzluk sarmalının içinde olmalarıdır. Diktatörlük ile yönetilen bu ülkelerde her türlü özgürlük talebi, devletin yapısına yönelik bir tehdit olarak algılanmakta veya daha doğru bir ifade ile böyle lanse edilmektedir. Yönetim kademelerindeki yolsuzluğa karşı seslerini yükselten ve şatafat içerisinde yaşayan yönetim kademesindekilerin hırsızlıklarını protesto edenler çok sert bir şekilde bastırılmaktadır. Bu ülkelerde fikir özgürlüğünden bahsedilemez. İnsan onuruna yakışır bir yaşamdan bahsetmek oldukça güçtür. Fikir özgürlüğüne prangaların vurulduğu bu coğrafyada, din ile savaşmak ve dini sosyal hayattan silmek adeta devletin temel bir vecibesi gibi görülmektedir. Komünizmin etkisi olanca ağırlığını hissettirmekle beraber, zalim diktatörlerin nefes aldırmayan yönetim tarzı, halkı adeta nefessiz bırakmaktadır. Her özgürlük talebi, dış güçlerin saldırısı olarak lanse edilerek çok sert bir şekilde bastırılmaktadır. Diktatörlerin saltanat kurduğu bir coğrafyada komünizmin etkilerinin ortadan kalkması ve halkın eski kökenlerine dönmesi, kendi kültürel ve inanç öğeleri ile bir toplum inşa edilmesi için daha çok zaman geçmesi gerekiyor. Belki de bu yolda daha birçok bedelin ödenmesi gerekiyor. Özellikle İslami kesim büyük bir baskı altındadır. Hem kendileri hem de inançları adeta diktatöryal bir cenderede ezilmektedir. İslami kesimin dini ve insani talepleri manipüle edilerek sert bir şekilde baskılanmaktadır. Bu ülkelerdeki en büyük tehdit, halklara yapılan baskı ve diktatörlük anlayışıdır. Dinin inançlar ve bir avuç özgürlük insanlara çok görülmektedir. İşte bu ülkelerde çözülmesi gereken en acil sorun budur. Yani özgürlükler konusunun ve yolsuzluk sorununun çözülmesi gerekir. Ama elbette bu sorunların çözümü, suyun başını tutan diktatörlerin işine gelmemektedir. Bu ülkelerin kırılgan yapılarının temel nedeni, halktan kopuk olan ve varlığını dış güçlerin himmetine borçlu olan idarecilerin varlığıdır. Bu sorun ne zaman ve nasıl çözülecek, beraberce göreceğiz.
Net bir gerçek var ki, yolsuzluk sorunu ve özgürlük meselesi çözülmeden ve Rusya’nın çekim alanından kurtulmadıkça bu devletlerin bağımsızlıklarından bahsedilemez.