• DOLAR 34.447
  • EURO 36.303
  • ALTIN 2837.002
  • ...

Tüm dünyada az ya da çok hissedilen ekonomik kriz Türkiye’yi de etkilemektedir. Bu krizin yaşanmasında herkes topu başkalarının kucağına bırakmaktadır. Hiç kimse bu krizdeki direkt veya dolaylı rolünden bahsetmiyor.

Özellikle siyasetçiler bu krizi, yapıcı fikirleri ile atlatmaya yardımcı olmak yerine, adeta krizin derinleşmesi ve memleketin yangın yerine dönmesi için felaket duasına çıkacaklar. İktidarın daha fazla hata yapması ve toplumsal gerilimin artması için ellerini ovuşturuyorlar. Bu halleri ile can çekişen birisini sabırsızlıkla bekleyen leş kargalarına benziyorlar. Hızlarını alamayan kimi siyasetçiler, psikolojinin tavan yaptığı ve selim bir akılla düşünme katsayısının düştüğü bir ortamda akla ziyan vaatlerde bulunuyor.

Mesela Kemal Kılıçdaroğlu’nun Urfa’da yapmış olduğu vaat hafızalara kazındı ve bir hayli düşündürücü idi. Kasap et derdinde, koyun can derdinde… Vatandaşın gerçekten derdi ile dertlenmek yerine bu sıkıntıdan nasıl bir rant devşiririm mantığı hakim… Ne diyordu Kılıçdaroğlu?

Urfa’da belediyeyi bize verin, elektriği bedava yapalım mealinde bir şeyler söyledi. Bu söze kargalar güldü mü bilmem ama biz güldük. Zira aklı başında her vatandaş bu siyasi palavrayı kaale bile almadı. Zira nasıl olsa olmayan bir şeyden rahatlıkla bahsetmenin dayanılmaz cazibesi söz konusu. Kılıçdaroğlu’nun ve diğer sorumsuz siyasetçilerin akla ziyan ve ucuz vaatleri, aklımıza şu hikayeyi getirdi. Anlatılır ki;

Adamın birisine sormuşlar:

İki evin olsa birini ihtiyaç sahibine verir misin?

Evet, demiş.

İki araban olsa birini yine bir ihtiyaç sahibine verir misin?

Evet, demiş.

Peki, iki tavuğun olsa birini verir misin ihtiyaç sahibine?

Veremem, demiş.

Neden, diye sorulunca,

Çünkü, iki tavuğum var, diye cevap vermiş.

İşte siyasilerinki de aynı hesap.

Şimdi bu kriz ortamında iktidarıyla, muhalefetiyle, halkıyla, devletiyle herkesin bu krizden çıkmak için ne yapılabileceği konusunda yapıcı bir yaklaşım içerisinde olması gerekir. “Ağacın kurdu olmak” yerine, aynı gemide olan diğergamların mantığı ile hareket etmek gerekir.

Tarihi krizler yaşayıp da ölüm kalım mücadelesi veren ulus ve milletlerin örnek mücadelelerine göz atmak ve tahlil etmek gerekir. Özellikle Japonya ve Almanya örnekleri bu konuda son derece takdire şayan ve dikkat çekici örneklerdir.

Bu krizde iyi bir sınav vermediğimiz aşikârdır. Sürekli, “dış güçler” deyip de sorumluluğu meçhule yönlendirmek yerine, sorumluluk almak gerekir. Evet, dış güçlerin finansal saldırılarının olduğu bir gerçektir. Ama yaşadığımız durum daha fazla bizim yapısal durumumuz ve insanımızın sağlam olmayan duruşundan kaynaklanmaktadır.

Yapısal sorunlarımız ve ekonomide zayıf karnımız belli. Ama belki asıl üzerinde durmamız gereken konu, herkesin suçu ve suçluyu uzakta arama ve başkalarını günah keçisi ilan etme gayretidir.

Doları bahane edip zam yapan ve milletin belini bükenler yine bu milletin evladıdır. Dışarıdan gelen ve yerli bazı firmalarla iş birliği yapan veya soyadı yasası ile bize benzetilip de bizden olmayanları hariç tutarsak, geri kalan stokçular içimizden çıkan açgözlü haramzadelerdir. Gözünü para bürümüş ve vicdanı kurumuş olan bu şahıs ve kurumlar, bu toplumdan çıkmışlardır. Özellikle yerli ve milli deyip de bu güne kadar ceplerini dolduranların stokçulukta ve krizin derinleşmesinde başı çektiğini görüyoruz. Yani ağacı kemiren, yine ağacın kendi kurdudur. Bu toplumu kemiren, yine bu toplumun içerisinde çıkan haramzadelerdir. Böyleleri olduğu müddetçe dış güçlere ve düşmanlara ne hacet… Kurtlar, dağda bayırda değil, koyunların arasında koyun postu giymiş ve kendi içimizde…

Hepimiz aynı gemideyiz. İktidarıyla, muhalefetiyle, devletiyle, halkıyla bu krizi atlatmak için herkesin yapıcı bir misyon üstlenmesi icap eder.

Muhalefete de bir hatırlatmada bulunalım:

Muhalefet demek, zor zamanlarda gemide daha fazla delik açıp kaptana kızıp gemiyi batırmaya çalışmak değil, yanlışları ortaya koyup alternatif çözümler üretmektir.

Selam ve dua ile