Tarih Tekerrür mü Ediyor?
1914 yılında, Alman savaş gemileri, müttefik savaş gemilerinden kaçarak Osmanlıyı savaşa sokmak için Çanakkale boğazına gelir. Sultan Abdulhamit`i deviren Enver Paşa komutasındaki İttihat ve Terakki yönetimi, bu savaş gemilerini himayesine alır. Adlarını da “Yavuz” ve “Midilli” olarak değiştirir. Daha sonra bu gemiler, İstanbul Boğazından Karadeniz`e geçirilirler. Osmanlı bayrağı çekilen bu gemiler, Rusların Karadeniz kıyısındaki limanlarını bombalamaya başlar. Böylelikle Osmanlı İmparatorluğu resmen ve fiilen Birinci Dünya savaşına girmiş oldu. Kendi yükünü taşıyamayan Osmanlı, Birinci Cihan Harbi`nin yükünün büyük bir kısmını Almanların sırtından alıp iki büklüm olan sırtına vuruyordu. Malum olduğu üzere, Osmanlı, bu savaştan bitmiş ve harakiri yapmış olarak çıktı. Çok büyük bir felaket yaşandı. Milyonlarca insan öldü, kaynaklar heba oldu ve devasa topraklar kaybedildi. Neredeyse tüm cephelerde Osmanlı yenildi. Mondros ateşkes mütarekesi ve ardından da Sevr antlaşması…
Son günlerde Amerika Birleşik Devletleri`nin Türkiye`ye iki adet savaş gemisi hibe(!) edeceği/ettiği konuşuluyor. Bu olay hemen aklımıza yukarıda anlattığımız iki meşum geminin gelmesi ile beraber, biten ve çöken imparatorluğun hikâyesini getiriyor. Hatta halen etkileri devam eden ve bitmemiş olan hikâyeyi…
Amerika, Türkiye`ye niye iki savaş gemisi hibe etsin? Daha doğrusu hibe adı altında bu gemiler hangi görevleri icra etmek için geliyorlar? Bu gemiler, hangi Limanları bombalayıp da Türkiye`yi hangi savaşa sokacak?
ABD`nin, herhangi bir menfaati olmadan hiçbir kimseye yardımda bulunmayacağı ve kat be kat fazlasını almadan kimseye bir şey vermediği biliniyor. Bu gemilerin hibe edilmesi görüntüsü altında ABD`ye ne verildi veya vaat edildi?
Tüm bu sorular cevap bekliyor. Kamuyu gibi biz de bu soruların cevabını merak ediyoruz.
Suriye`yi işgal planı çerçevesinde her gün yeni bir adım altılıyor. Türkiye de, Suriye konusunda elini güçlendirmek için, bu kabil tüm adımları memnuniyet ile karşılıyor. Memnuniyet ile karşılamak bir yana, bu adımların atılmasını ısrarla talep ediyor. Basiretsizce, komşu Müslüman bir ülkenin işgali için savaş çığırtanlığı yapıyor.
Bu çağrı ve bu konuda ortaya konulan gayret, ateşten bir vebaldir.
İşgale uğrayan memleketlerin durumu ve komşu ülkelerin uğradıkları kayıp, yıkım ve travma ortada iken, bu politika hangi akılla izah edilebilir? İslam ülkelerine yapılan müdahaleler; beraberinde talan, yıkım ve gözyaşından başka bir şey getirmemiştir. Ve bu toplumsal yıkımlar halen devam ediyor. Belki de bir yarım asır, bu işgallerin etkileri ortadan kalkmaz. İnsaf ve adalet bilmeyen, zalim Haçlıları İslam topraklarına davet etmek; kadın, çocuk, yaşlı Müslümanların kanlarına bulaşmak ve katliamlara ortak olmak demektir. Irak ve Afganistan örnekleri hala önümüzde duruyorken, bu tür çağrı ve yaklaşımlar hangi akılla izah edilebilir? Irak ve Afganistan`da milyonlarca insan öldürüldü, milyonlarca kadın tecavüze uğradı. Bu gün hala bu ülkelerde on binlerce çocuk, sakat ve kanserli doğuyor. Nedeni, buraları işgal esnasında Haçlıların kullandıkları düşük yoğunluklu nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlardır. Kim bilir daha kaç nesil insanlar sakat ve kanserli olarak doğmaya devam edecekler.
Bütün bu gerçekler ortada iken, işgal çağrıları yapmak ve yeni bir İslam beldesini haçlı çizmelerine peşkeş çekmeye çalışma gayreti, hangi İslami ve insani saik ile izah edilebilir?
Hatırlanacak olursa Birinci Körfez Harbi esnasında, Amerika`ya destek ve üs veren zamanın başbakanı Turgut Özal şöyle diyordu:
“Bir koyup üç alacağız.” Türkiye; bir değil, belki beş koydu ve hiçbir şey de alamadı. Türkiye`nin bu tavrı, devasa ekonomik ve siyasal kayıpların yanı sıra, toplumsal travmalara sebebiyet vermişti. Müslüman kanı ve gözyaşı üzerinden siyasi rant hesabı yapanlar hüsran yaşamışlardır.
Bu gemilerin Suriye için geldikleri nerdeyse gün gibi ortadadır. Türkiye`nin, bir asır önce yaşanmış tarihin belki de en kötü tecrübesini, tekrar tecrübe etme gibi bir lüksü yoktur. Enver Paşa, koca bir imparatorluğu siyasi kumar masasında kaybetti. Bu halkı Enver Paşavari maceralarla sonu belirsiz süreçlere sokmaya kimsenin hakkı yoktur.
Son olarak şunu da belirtmekte fayda vardır:
Füze meselesini, tamamen kendi ülkesine yönelik bir tehdit olarak algılayan İran, doğal olarak bu vakayı da endişe verici bir gelişme olarak algılayacak ve buna göre tavır alacaktır. Türkiye`nin, İran`ın sabrını ve sağduyusunu daha fazla test etmemesi gerektiğini düşünüyorum.