• DOLAR 34.446
  • EURO 36.302
  • ALTIN 2836.87
  • ...

Kültürel çekişmeler ve kırılmalar yaşanan toplumlarda, toplumsal alanda en fazla duyulan cümlelerden birisidir bu cümle.

Özellikle siyasi kişilikler ve kurumlar, bir birilerini sürekli olarak bu cümle ile suçlarlar. Dinin siyasete alet edilmesi, en çirkin yaklaşımlardan birisidir. Kim yaparsa yapsın, çok çirkindir ve lanetliyoruz. Özellikle seçim dönemlerinde veya dindar seçmen profilinin baskın olduğu zeminlerde bu olay ile sık sık karşılaşırız. Ve o zemin ortadan kalktıktan sonra, “su akar ve asıl mecrasına geri döner.” Bir yerden akan suyun asıl yatağı neresi ise arızi sebepler ortadan kalktıktan sonra o su, ya bulunduğu yere geri döner ya da yatağı istila edilmiş ise kendisine ait olana geri döner ve orasını geri alır.

Ne gariptir ki, “dini siyasete alet etme” cümlesini, yine en fazla dini siyasete alet edenler kullanır. Din ve imanla pek de araları olmayan insanlar, yeri geldiği zaman dini argümanlara sarılır ve Müslüman bir kişilik olarak kendilerini takdim ederler. Oysa “katranın kaynatılmakla şeker olamayacağı” gereceği önümüzde durmaktadır.

 Bu iddia; din, iman iklimine uğramayanlar tarafından iki gerekçe ile kullanılır:

  1. Dinin, hayatta görünür hale gelip topluma rengini vermemesi için en ufak bir görünürlükte hemen dinin izlerini ve söylemlerini silmeye ve mahkûm etmeye çalışma. “Din, vicdan işidir” söylem ve konseptini devam ettirme. Dindarlara ve Müslüman toplumumuza zorla giydirdikleri ve kendilerinin biçtikleri ve bize ait olmayan gömleği zorla giydirmeye devam etme ve bize ait olmayıp da boynumuza geçirdikleri kravattan tutup peşlerinden sürükleme. Dini gerçekle uyuşmayan bir din algısını, din olarak kitlelere benimsetme.
  2. Dindar ve muhafazakâr zemine kayan kitlelere rağmen kendi öz siyaset zemin ve potansiyelleri ile iktidara gelemeyeceklerini bildikleri için halkımızın ağzına bir parmak bal çalarak akıllarını başlarından alma ve kendi gerçek siyasi kimliklerini unutturma

Ama her ne olursa olsun “her şey aslına rücu eder” veya “küpün içindeki dışarı sızar” kaidelerince; ne yapsalar da kendi gerçek yüzlerini uzun bir müddet gizleyememekte ve kendilerine ait olmayan duruş ve suiistimal refleksi, olanca çirkinliği ile sırıtmaktadır.

Geçenlerde yaşanan bir Kani Beko vakası var. CHP İzmir Milletvekili Kani Beko, Meclis'in Kur'an-ı Kerim okunma ve dini sohbetler yapılma yeri olmadığını belirterek, atılan bu adımdan vazgeçilmesi gerektiğini savundu.

"Dini işlerle ilgili mekânların yeri Meclis değildir. Eğer insanlar dini ihtiyaçlarını gidermek istiyorlarsa Meclis'e çok yakın bir mesafede olan, Kocatepe Camii'nin altında yer alan Kur'an okuma ve dinlenme salonlarının bulunduğu Diyanet İşleri'ne bağlı büyük bir mekâna dikkat çekmek isterim. Dini inançları yapmanın yeri ayrıdır siyasetin ayrı. Böyle davranışlar İslami inançlara zarar vermektedir."

Böyle buyurdular Beko Hazretleri(!)

Özellikle son cümle bir hayli dikkat çekici ve gülünç. Dine tahammülsüzlük, yine dini hassasiyet argümanı ile kamufle edilmiş.

En ufak bir dini değere bile pratikte tahammülü olmayan zihniyet,  dinin sadece edebiyatını sevmektedir. Dinin edebiyatı ve siyasete alet edilmesi en sevdikleri husustur. Ama İslam’ın ete ve kemiğe bürünmüş hali ise onlar için bir kabustur ve hemen dinin görünür halini mahkum etmeye çalışırlar. Şahıslar veya toplum, din elbisesine büründüğü zaman kırmızı görmüş boğaya dönerler.

Kendilerini kamufle çabalarına rağmen bu şekilde karşımıza çıkan bir zihniyet, yarın muktedir olduğu zaman, ilk yapacakları işin; dini, toplumsal alanlardan silmek ve vicdanlara hapsetme gayreti olacağından kimsenin şüphesi olmasın. Allah, bu zihniyete fırsat vermesin.