• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Hani şöyle bir tabir vardır:

“Ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranabildi”

Bu söz, bazılarının içine düşmüş olduğu istikamet yitirmişliğini çok güzel bir şekilde ifade ediyor. Özellikle de herkesi memnun etmeye çalışanların, kahir ekseriyetle içerisine düştüğü bir çelişki durumudur.

Bazen duygusal kırılmalardan, bazen aşağılık kompleksinden, bazen ihanetten ve bazen de bunamadan dolayı bu sendrom yaşanır. Böyle bir duruşun/duruşsuzluğun altında hissi ve fikri birçok sebep olabilir. Hatta kişinin kendi benliğinin rotasını iç dünyasında kaybetmesi ile ortaya çıkan sonucun dışavurumu olabilir.

Özellikle de hayatı boyunca bir istikamete doğru kürek çekenlerin ve ömrünü bu istikamete sarf edenlerin, birden akıntının tersine yüzüp, kıyıya ulaşmayı denemek yerine, başladığı noktaya doğru gitmesi ne acıdır! Tüketilmiş koca bir ömür, küstürülen milyonlar…

Bülent Arınç’tan bahsediyorum.

Türkiye siyasetindeki garip ve sıra dışı politik figürlerden birisi. Genelde siyasette yaşanan sıkıntılı anlardaki ağlamaları ve polemikleriyle hatırlarız. En son kendince akıllara zarar bir açıklama yaptı. Türkiye’deki milyonlarca insanı üzdü. Bir kitap üzerinden yaşamış olduğu haleti ruhiyeyi genele teşmil etme yanlışlığına düştü. Hayatın hakikatlerini, yaşanan Ağrı dağından daha büyük acıları, duygusal bir kırılmaya kurban etti. Sanki bu acı hakikatler yaşanmamış gibi… Herhalde yanan ciğer onun ciğeri olmadığı için, tutuşan baca onun bacası olmadığı ve incir dikilen ocaklardan birisi onun ocağı olmadığı için, böyle pervasız konuştu. Belki de bu açıklama salt bir duygusal kırılmanın neticesi değildi; arkada bir hesap kitap vardı, onun da kendisine göre bir ajandası vardı.

Selahattin Demirtaş konusunda çok garip bir açıklaması oldu. Bu açıklama büyük bir tepki ile karşılandı. Selahattin Demirtaş’ın, ocaklarının sönmesine neden olduğu annelerin bedduasının Bülent Arınç’a da yöneldiğine eminim. Dinin değerleri üzerinden bu günlere gelen Bülent Arınç, dindarların sırtına yeni bir hançer sapladı. Selahattin Demirtaş’ın başını çektiği partinin en yüksek organından çıkan bir karar ve Selahattin Demirtaş’ın aleni çağrısı üzerine bu memleket yangın yerine döndü. Onlarca insanımız katledildi. Özellikle Yasin Börü ve arkadaşları, çok vahşi bir şekilde katledildi. Yasinler, bu katliamın sembol isimleri oldu. Eşine az rastlanır bir dram yaşandı. Hangi akıl ve vicdan, tüm kamuoyuna açık yapılan ve neticesi büyük bir katliam ve yıkım olan böylesine bir olayı yok sayabilir? Eğer ki Selahattin Demirtaş suçsuz ise suçlu olabilmek için daha ne yapmak lazım?

Eminim ki, bu açıklamaları ile karşı tarafa da yaranamamıştır. İlkesizlik ve dengesizlik sendromu yüzünden arada kalmak ve hiçbir gönüldaş kazanamama ne kadar kötüdür! Bundan daha kötüsü, kazanılan bütün gönüllerin kaybedilmesidir!

Böyle bir duruşu/duruşsuzluğu, ne siyaset aklı ve düşünce ne de vicdan kabul eder. Siyaset ve temsiliyet kurumu ciddi bir iştir. Temsiliyetin herhangi bir kademesindeyken, en iyi niyetle duygusal kırılma veya bunama eseri açıklamalar, bir fikir hüviyeti ile açıklanamaz.

Eğer ki, daha evvelce giymiş olduğun gömleği, kaftanı çıkarmış isen, kendini hangi mahalleden sayıyor isen oraya git de herkes bilsin. İlke sahibi olma, bunu gerektirmektedir.

Ya da ahir ömründe bir bunama yaşıyor isen, siyaset gibi ciddi bir işten uzak durmak lazımdır. Kendi gel gitlerini, memleketi karıştıran tsunamilere dönüştürmekten vazgeç. Zamanında bu memlekette gel gitler yaşadığı halde siyaseti terk etmeyenlerin, bu memlekette ne sıkıntılara sebep olduğuna hep beraber şahit olduk. Bir öksürmesi ile ekonomiyi yerle yeksan edenleri gördük.

Sayın Arınç, tarihe kötü hatırlanan ve beddualarla yolculanan siyasi bir figür olarak geçmek istemiyorsanız, ya işgal ettiğiniz makamın ciddiyetine uygun davranın ya da torun sevmeye gidin.

Son olarak; kırk yıldır biriktirdiği harmanın altına bir kibrit çakıp küle çevirenlere de pek aklı başında insan gözü ile bakılmaz, bizden söylemesi…