• DOLAR 34.447
  • EURO 36.303
  • ALTIN 2837.002
  • ...

Amerikan seçimleri, İslam ümmeti açısından neyi ifade eder?

Bu hadiseye, hem ilkesel hem de siyasi tecrübeler ışığında yaklaşıldığında aslında kazananın kim olduğunun hiçbir önemi yoktur.

Çünkü Amerikalı her seçilen başkan, hangi partiden olursa olsun, kendinden öncekini adeta aratmaktadır. Cumhuriyetçiler ile demokratlar arasındaki tek fark, sömürge stratejileri ve İslam Ümmetini teslim alma yöntemlerinin değişmesidir.

Belki bu seçim döneminin diğer seçim dönemlerinden farkı; seçim döneminde Müslümanların tepesine daha fazla bombanın yağmamasıdır.

Her seçim döneminde Amerikalı siyasiler, çok farklı seçim vaatlerinde bulunmaktadır. Ama seçimler bittikten sonra bu vaatler bir kenara bırakılır ve yapılması gereken ne varsa yapılır. Bu itibarla, Amerikalı politikacıların seçim kampanyası dönemindeki sözlerine ve vaatlerine bakıp inanmak aldatıcı olur.

Hatta pratik tecrübeler göstermiştir ki, muhalefette bulunan Amerikalı başkan adayı seçilip iktidara geldikten sonra, eleştirmiş olduğu konularda çok daha keskin adımlar atmıştır.

Mesela Obama’nın başa gelmesi ile daha demokrat bir Amerika politikası izleyeceğini düşünenler, çok kısa bir süre sonra yanıldıklarının anladılar. Obama döneminde akan kanın ve yapılan zulümlerin haddi hesabı yoktu. Trump, seçilmesi durumunda işgalleri sonlandıracağını özellikle de Suriye’den askerlerini çekeceğini vaat ediyordu. Ama birçok vaat gibi bu vaadini de tutmadı. Bunun gibi birçok konuda çark ettiği gibi uluslararası ilişkileri açık bir şekilde adeta mafyanın racon sistemine dönüştürdü. Başta Arap devletler olmak üzere, birçok devletten açıkça haraç aldı. Adeta dünyayı bir tüccar gibi yönetmeye kalkıştı. Kimi devletlere, yıllık kazançlarının çok fazla olduğunu söyleyip açıkça para istedi. Daha öncekiler, para sömürü işini kılıfına uydurarak yaparken Trump’un böyle bir kaygısı olmadan açıkça birçok devletten para, daha doğrusu haraç aldı. Amerika’nın şerrinden emin olmak ya da desteğini almak için birçok devlet bu haraçları ödemek zorunda kaldı. Kısacası bu meselede olduğu gibi, değişen tek şey yöntemler oldu. Müslümanlar ve dünya mazlumları açısından değişen bir şey olmadı. Yine nasiplerine kan, gözyaşı ve sömürülme düştü.

Amerikalı başkanlar o koltuğa oturdukları zaman, diyet borcu ile gelirler. O koltuğa oturdukları zaman o diyetleri ödemek zorundadır. Her şeyden evvel, tüm Amerika başkanlarının Ortadoğu politikaları aşağı yukarı aynıdır. Amerika’nın Ortadoğu politikalarının temelinde İsrail’in güvenliği vardır. Ve bu kesinlikle değişmez. Başta Siyonist lobi olmak üzere, birçok kesime ödenmesi gereken diyet borcu vardır. Özellikle küresel silah ve petrol şirketleri bu konuda sıraya giren diğer aktörlerdir. Zaten Amerika’nın kendisine ait olan bir devlet politikası var ki, her iktidara gelen başkan, derin Amerika ile daha önce tanışmamış olsa bile tanışmış olur. Klasik Amerika politikasını hiçbir başkan değiştiremez. Bu da İslam’la savaş ve dünyayı sömüren sistemi devam ettirmek ve kapitalizmin kalesi konumunu muhafaza etmektir.

Biz Temel ilkelerimiz açısında bu hadiseyi tahlil ettiğimizde, siyaset ve konjonktür savurmalarından kendimizi korumuş oluruz. Vahyin ışığında, nebevi bir bakış açısı ile hadiseye baktığımızda, küfrün tek millet olduğunu görürüz. Karşımızda, küfür  ve dünya istikbar ağacının aynı kökten beslenen farklı dallarını görürüz. Küfrün farklı tonları ve renginin bir kıymeti yoktur. Zira küfrün tek millet olduğunu, kadim kültür külliyatımızdan ve siyasetimizin ilkelerinden biliriz.

İslam ümmetinden bağımsız bir tahlil yapılacak olursa ilave olarak şunlar söylenebilir:

Donald Trump’un hitap ettiği kesimler belli idi. Ama Joe Biden, seçilmek için birçok kesimin desteğini almak için çok geniş bir yelpazeye hitap etmeye çalıştı. Şimdi seçildikten sonra, biri birinden çok uzak olan bu kesimlerin beklentilerini karşılamak ve bunu da klasik Amerika politikası ile buluşturmak için neler yapacağını hep beraber göreceğiz.