• DOLAR 34.658
  • EURO 36.371
  • ALTIN 2927.724
  • ...

Eskiden her ideoloji ve inancın belli bir ekseni vardı. Sahip olduğu ideolojiye göre ülkelerin, grupların, hareketlerin ve şahısların nerede durabileceğini ve nasıl bir hamle yapacağını bilmek mümkün idi. Şu asrımızda her şey birbirine karıştı. Sağ ve sol söylemler iyice liberalizme kaydı. Dini inançlar, siyasi hamlelerde belirleyiciliklerini iyice yitirdi. İslam ümmeti açısından, “ümmet mefkuresi” büyük bir yara aldı. İdeolojiler iflas etti ve paradigma hakim düşünce zemini haline geldi.

Filistin meselesinden tutun da Suriye meselesine kadar, son Azerbaycan hadisesine kadar, tüm siyasi dengelerin oluşumunda ilkeler yerine konjonktürel mantığın hâkim olduğunu görmekteyiz.

Dünya siyasetinde ve özellikle İslam Âlemi’nde hâkim olan bu mantık, maalesef iç siyasette de geçerlidir. Hiçbir zaman yan yana gelmeyeceği düşünülen parti, hizip, yapı ve şahıslar, kolayca bir araya gelip ittifak yaparak birlikte iş tutuyorlar. “Siyasetin ve düşüncenin omurgası” diye bir şey kalmadı. “Duruş” diye bir kavram artık ortadan kalktı. Renkler iyice silikleşti. Hayatımıza renkler değil, silik ara tonlar hâkim olmaya başladı. Dindarlara bir haller olmaya başladı. Solcular da sağcılar da bu duruş bozukluğundan nasibini fazlasıyla aldı. İslamcıların Atatürk’ü sahiplendiği ve kimseye bırakmadığı, solcuların dini değerleri ve söylemleri siyasette kullandığı garip bir devran yaşıyoruz. Her gün tuhaf ilişkilerden birisine şahit oluyoruz. Biz artık buna siyaset magazini diyelim.

Geçenlerde bu magazin kulvarına, “şeyh” denilen bir sahtekârın, aslında arka tarafta “karanlık oda” ile ilişkilerini ifşa eden yemekli fotoğraflar düştü. Her ne hikmetse bu rezalet, karanlık oda eli ile kamuoyuna servis edildi. Derken, birden, din düşmanlığı ile nam salan ve tarikatları silip süpürmekten bahseden, doksanlı yıllarda bölgede dindarların kökünü kazımak üzere PKK’yi dindarların üzerine kışkırtan Perinçek’in din ve tarikat güzellemelerine şahit olduk. Kimileri, ölümü hisseden ihtiyar filler misali Doğu Perinçek’in, ahir ömründe birazcık hidayet tarafına yüzünü çevirdiği yanılgısına kapılsa da aslında bunun hayra alamet olmadığı ve önümüzdeki günlerde kokusunun çıkacağı belli idi. Derken tarikatçı kisvesine bürünmüş birisi, Doğu Perinçek’e güzellemeler ve methiyeler dizdi. Renkler yine iyice bir birine karıştı. Senaryosu hazırlanan tezgâh uygulamaya konuldu. Şeytana bile pabucunu ters giydiren ve her dönemden güçlü çıkmasını bilen Perinçek, bu sefer kirli işret sofrasına meze olarak dindar bir figürü seçmiş idi. Onun kulağına fısıldadığı şeytani fısıltıları, eğer ağzından çıkmasını sağlarsa etkili olabilirdi. Doğu Perinçek’in dindarları tehlike olarak göstermeye çalışan yalanlarına millet itibar etmediği için bu sefer kendi sözlerini dindar bir figüre söyletecekti. Ve kamuoyunda şöyle bir algı oluşacaktı:

“Eğer ehli tarikat birisi bile özellikle dindar bir tehlikeye dikkat çekiyorsa böyle bir tehlikenin varlığı doğrudur.”

İşin arka planına bakacak olursak kısaca karşımıza şu tablo çıkmaktadır:

15 Temmuz darbesinde dindar yapıların gücünü gören kimi şer odakları, bu muazzam gücü kırıp bu yelpazenin farklı noktalarında olan dindarları bir birine karşı kullanmak istemektedir. FETÖ’den boşalan kadrolara kimi dindar yapıların, özellikle bir tarikata gönül vermiş olan bürokratların gelmesi, kimilerini fazlasıyla rahatsız etmiştir. Tabi olay, sadece bu tarikat ile sınırlı değildir. “Sarı Öküz” taktiği ile birer birer bu yapıların toplumsal hayatta edilgen konuma indirgenmesi için bir proje hayata geçirilmek isteniyor. Yani “Müslüman mintanı giyen” şer odakları ve şahıslar, İslami kesimi bir birine karşı mobilize etmeyi hedeflenmektedir. “Gündeme gelme ve takdir toplama sendromuna müptela olmanın” yanı sıra, İslami simaların zayıf yanları kullanılarak bu projede onlara da kilit rol verilmektedir. Elbette bu projede yer almaları mukabilinde kendilerine bir şeyler vaat edilmiş olabilir. Aynı zamanda bunları mobilize etmeye yarayan bir takım şantaj unsurlarına sahip olup bu şantaj unsurları da devreye sokulmuş olabilir. Cinni şeytanların yanı sıra insi şeytanların da istikametten saptırmaya dair türlü türlü hileleri vardır. Türkiye toplumunun bir gerçeği olan cemaat ve tarikatlar sırasıyla hedefe konularak etkisiz hale getirilmek istenmektedir.

Hasılıkelam, sözün sonunda tüm İslami kesimlere Sarı öküz hikayesini tekidli bir şedde ile hatırlatmak isterim. Sakın ola ki, mimarı “topal şeytan” olan “sarı öküz” konseptinin kurbanı olmayın.

Bu günlerde konuşanlara değil, belki daha ziyade onların gafil kulaklarına fısıldayan şeytanlara hele de topal şeytanlara dikkat etmek gerekir. Ey Müslümanlar, safları sıklaştırın ve aranıza ne ayaklı ne de topal şeytanları sokmayın. Bizleri, tüm renkleri ile kardeş kılan İslam ve iman nimetini bahşeden Allah’a sonsuz hamd ve şükürler olsun.

Selam ve dua ile