• DOLAR 34.7
  • EURO 36.773
  • ALTIN 2961.825
  • ...

Bazen kötünün kötüsü, kötüye adeta rahmet okutur. Suriye’deki tablo, adeta İslam ümmetinin madden ve manen öğütülmesinin resmidir. Bu değirmende her geçen gün daha fazla değerimizi yitiriyoruz. Suriye, İslam ümmetini yutan bir kara deliğe dönüşmüştür. Suriye sahası, her açıdan tam bir felakettir. Bu durumu gören küresel aktörler, bu yaranın kanamaya devam etmesi için, çözümü değil, çözümsüzlüğü yol haritası olarak sunmakta ve hatta dayatmaktadır. Yine İslam düşmanları tarafından oluşturulan tablo öyle bir yapıya sahip ki, ülkelerin ve halkların birlikte hareket etme iradelerini zayıflatmaktadır. Bunun daha kötü aşaması ise halkların birlikte yaşama iradelerinin ortadan kalkmasıdır. Bu aşamadan sonra emperyalistler bizi kendi halimize bıraksa bile, tekrar eski duruma gelmemiz için belki onlarca yıl gerekir. İran İslam İnkılabı, Sünni ve Şiilerin yakınlaşması hususunda çok iyi bir zeminin inşasına vesile oldu. Belki tarihte çok az dönemde İslam dünyası kendi içinde bu denli bir yakınlaşma imkânı elde etmişti. Zihinsel anlamda da iyi bir atmosfer yakalanmıştı. Artık birçok yerde Sünni-Şii polemiği yerine, küresel şer güçlere karşı mazlumların özgürlüğü ve dünya adaleti, İslam devrimi gibi kavramlar, kuram ve eylemlerimizin hareket noktası idi.

Afganistan ve Irak’ın işgali ile başlayan ve Suriye ile devam eden süreçte, maalesef İslam toplumu olarak tekrar geri gittik. Ulemanın ve aydınların olağanüstü çabası ile inşa edilen birlikte yaşama ve birlikte hareket iradesi, İslam ümmeti için büyük bir hazine ve miras idi. Ama biz bu mirası, günlük siyasi çekişmelere kurban ettik, kalan kalıntıları da kurban etmeye devam ediyoruz. Oysa bahsettiğimiz bu miras, siyasi kazanımların çok üzerinde bir değerdir. Kalan son kalıntıları, siyasi basiretsizlik değirmeninde öğütmek yerine, bu hedefe giden yol taşlarını yeniden döşememiz lazım.

Belki kötüyü yaşadık ve yaşıyoruz; ama emin olun ki eğer sorumluluk ile hareket edilmez ise bundan çok daha kötüsü de vardır. Suriye’deki savaşın mezhep savaşına evrilmesi, en kötü senaryolardan birisidir. Siyasetçilerin İslam ümmetine ve insanlığa bu kötülüğü yapacak kadar kör olmaması gerekir.

Özellikle mezhep eksenli söylemler ve bu zeminde üretilen stratejiler, geri dönülmez bir süreç başlatabilir. Bu senaryoda sadece devletler ve iktidarlar değil, halklar da düşman olur. Bu, her toplumun içerisinde anarşi düzeyinde bir kaosu tetikler. İdarecilerin sorumsuz politikaları, dönüp kendilerini vurur. Her toplumda mezhep eksenli kaosun meydana gelmesi, bir devlet için en büyük tehlikelerden birisidir.

Şu an sahada resmi ve gayri resmi düzeyde bu zeminde bir hareketlenme var. Bu stratejinin ileri bir aşamaya evrilmesi, “baraj patlatma” stratejisidir. Toplumsal olaylarda ve siyaset üretmede baraj patlatma stratejisi, son derece tehlikeli bir stratejidir. Özellikle her yönü ile İslam’a bağlılık iddiası içerisinde olan, İslam ümmetine ve insanlığa dair kaygısı olan ilke sahibi lider ve kurumların tevessül etmemesi gereken bir stratejidir. Bu stratejiye göre; baraj patlatılır, sular her tarafı bir tufan gibi alıp götürür ve geriye kalanlar üzerinden bir siyaset üretilir.

Anarşizm mantıklı bu strateji, ilke sahibi olmayanların stratejisidir. Barajın patlaması, sürecin kontrolden çıkması riskini beraberinde getirdiği gibi, o barajın sularının kimi götüreceği, geriye bir şey kalıp kalmayacağı ve kalan enkazın da işe yarayıp yaramayacağı belli değildir.

Maddi hayatta böyle bir mantık felaket olduğu gibi siyasette, toplumsal olaylarda ve devrim süreçlerinde de tam bir felakettir.

İslam dünyasında önemli aktörler konumunda olan devlet ve liderler, barajın patlamaması ve bir mezhep savaşının, bu yangını büyütmemesi adına sorumluluk almaları gerekir. ABD ve Rusya’nın dayatmalarına rağmen, cesurca adımlar atarak, küresel şer güçlerin Suriye’de bulunma gerekçelerini ortadan kaldırmalıdır. Barajı patlatmak yerine patlamak üzere olan barajın ayakta kalması için gereken tedbirler alınmalıdır. Karşılıklı adımlar atılmalı, büyük bir samimiyet ile siyasal süreç ve anayasa çalışmaları adalet zemininde başlatılmalıdır. Askeri operasyonlarda ısrar edenlere karşı direnç gösterilmelidir. Özellikle İdlip’e sıkışmış olan birkaç milyon insana da hayat hakkı çok görülmemelidir. Bu insanların dramına da son verilmelidir. İdlip’teki insanların imhasında ısrar etmek de farklı bir baraj patlatma versiyonunda ısrar etmektir. Bu konuda da patlayan barajın sularının nelere sebep olacağını herkesin hesap edip sorumlulukla hareket etmesi gerekir.