• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Suriye’de yaşanan tablo, bölgesel güçlerin, emperyalistlerle iş tutmasının ne kadar yanlış olduğunun resmidir adeta. Siyaseten de olsa bölge ülkelerinin bir araya gelemeyişinin faturası son derece ağır oldu ve bu bedel gittikçe ağırlaşmaktadır. Belki de geri dönülmez bir noktaya gelmişiz. İslam ümmeti içerisinde baskın aktörler olarak ön plana çıkan ülkelerin, kendi aralarında siyasi bir mutabakat sağlamak yerine, uzlaşmazlığı temel politik çizgi olarak benimsemeleri, küresel şer güçlerin, Suriye sahasına etkin olarak yerleşmelerini sağladı. ABD ve Rusya; Deyrezzor, Kamışlı, Rakka gibi yerlerdeki petrolü sahiplenmeye çalışırken ve buradaki petrole el koyarken; bölge ülkeleri ve bu petrolün gerçek sahipleri sadece seyretmektedir. Peki, bunun sorumlusu kimdir ve bu vakadan ders alıyor muyuz?

Suriye sahasındaki son tabloya bakılacak olursa, kimsenin bundan ders çıkarmadığı görülmektedir.

Türkiye, Suriye sahasında ABD ile yaşadığı sorunların ardından ABD tarafından terk edildi. Rusya ile yeni bir yol haritası belirleyen Türkiye, en son yaşadığımız vakada Rusya’nın da ihanetine uğradı.

Rusya’yı sadık bir müttefik olarak gören İran, aynı zamanda Rusya tarafından kontrollü bir alan içinde tutulmaktadır. İran, müttefiki Rusya tarafından yeri geldiğinde baskılanmaktadır. Rusya, yanında yürüyen bir İran değil, arkasından gelecek bir İran istemektedir. Türkiye açısından da Suriye’de oyun kurucu bir Türkiye değil, Rusya açısından ara engelleri ortadan kaldıran ve Rusya’yı risklerle bire bir yüz yüze getirmeyecek bir müttefik olmasını istemektedir.

İran’da Rusya için hutbede dua okuyan Ayetullah’tan, Amerika’nın yaptıklarını alkışlayacak kadar rotadan sapan imamlara şahit olduk. Biri birlerine değil de emperyalistlere dua eden ve onların yaptıklarına sevinecek duruma gelenlerin olması, yaşadığımız savrulmayı göstermektedir.

Şu anda İdlip’te korkunç bir dram yaşanmaktadır. Bu drama sebep olanların, geç de olsa, nerede hata yaptıklarını görüp yeni bir değerlendirme içerisine girmesi icap eder. Defalarca yaşamış olduğumuz saha tecrübesi, bize yürünen yolun yanlışlığını açık bir şekilde göstermektedir. İdlip’te sıkışıp kalmış olan milyonlarca sivil, hiçbir stratejik hesap ve siyasi çıkar için feda edilemez. “Bizi, biz yapan” değerlere dönmemiz gerekir. Hem iç siyasette hem de uluslararası siyasette Kur’an’ın gölgesinde şekillenen Nebevi siyasete yönelmeleri lazımdır. İslam ümmetinin, küresel şer güçlerin pençesinden kurtulmasının yegane yolu budur. Geriye dönüşün, elbette bir takım bedel ve sonuçları olacaktır. Ama derdi, İslam ve ümmet olanların bu bedeli göze alarak, “bizi, biz yapan” değerlere dönmesi gerekir. İdarecilerin, cesurca bir karar alıp yanlıştan dönmesi gerekir.

Bu gün İdlip’e var gücü ile saldıranlar, başkalarının ajandalarının gerçekleşmesine hizmet ettiklerini bilmeleri gerekir. Yarın İdlip düşerse ve yüzbinlerce insan katliam tehlikesi ile karşı karşıya kalırsa ve milyonlarca insan mülteci olursa, sonucun ne olacağını şimdiden düşünmemiz gerekir. Şimdiden bölgesel ülkelerin böyle bir tablo karşısında son derece zor durumda kalacağını ve bunun etkilerinin İslam ümmeti içerisinde telafi edilemeyecek bir netice doğuracağını görmek zor değildir. Şimdiden böyle bir durumda küresel aktörlerin daha güçlü bir şekilde sahne alacaklarını, oluşan dramın yükünü ve vebalini ise bölgesel aktörlerin ödeyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Hiçbir şey kaale alınmıyorsa bile, makul siyasi çizgiye dönmek ve siyaset aklının gereklerine göre hareket etmek gerekir.

İran ve Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelerinin Suriye üzerinde hesap ve gizli ajandaları mevcuttur. Ama küresel güçlerin buna fırsat vermeyeceğini şimdiden söyleyelim. Hele şu anki siyaset ile bunun hayal olduğunu belirtelim.

Herkesin, kendisini ümmetin merkezi olarak gördüğü, ümmetin sair efradını ve azalarını ise öteki olarak gördüğü bir dünyada kimse muvaffak olamaz. Kendi siyasetini, ümmetin temel maslahatı olarak gören ve ümmetin diğer azalarını ise feda edilecek fazlalıklar olarak gören bakış açısı felakettir.

Bu zihniyette olanlar, kendi yumurtasını pişirmek için komşusunun evini ateşe verenlere benzerler.

Bu yaklaşımın ve perspektifin geleceği yoktur. Bunu, ne Allah ne de kullar kabul eder!