Batı`da aşırı sağın yükselişi
Batı'da sağcı eğilimler her geçen gün yükselmektedir. Bu yükseliş, toplumsal bütünlük ve barış açısından tolere edilebilir sınırın çok üzerine çıkmıştır. Yıllardır Batılı siyasetçilerin oy kaygısı ile yapmış oldukları popülist politikaların sonuçları şimdi daha net bir şekilde görülmektedir. Yabancı düşmanlığı, İslam karşıtlığı ve İslam ülkelerinin düşman olarak gösterilip, bu nefreti, kitleler açısından siyasal motivasyon kaynağına dönüştürme gayreti, Avrupa'da uzun vadede ters tepen bir sosyal ve siyasal hareketliliğe sebep olmuştur. Siyasal yelpazenin farklı noktalarında siyaset yapan politikacılar, bu trajik tercihleri neticesinde altlarındaki siyaset zemininin kaymasına neden oldular. Öyle ki, zamanında pek de popülaritesi olmayan aşırı sağ, neredeyse Batı'da siyasetin ana damarı ve merkezi haline gelmeye yüz tutmuştur. Aşırı sağın bu denli güçlenmesinin altında yatan temel neden, ileriyi göremeyen veya günü kurtarmaya dönük siyaset anlayışıdır. Ne gariptir ki, Avrupa'nın Hitler ve Musollini tecrübesi olduğu halde, siyasette benzer bir süreç yaşanmak üzeredir. Özellikle Hitlerin Avrupa siyasetindeki yükselişi tahlil edildiği zaman; o dönemdeki Avrupa siyasetçilerinin temel hatalarının, aşırı sağ zeminin güçlendiren bir siyasi eğilimi ortaya koymaları olduğu görülmektedir.
Bütün bunlardan sonra, günümüzde bu süreci yaşayan iki örneğe şöyle bir göz atalım. ABD'de yabancı karşıtlığı ve İslam düşmanlığı, marjinal bir eğilim olmaktan çıkmış, toplumun siyasal eğilimi olarak ifade edilebilecek bir seviyeye gelmiştir. Amerikalı siyasetçilerin on yıllardan beri takip etmiş olduğu İslam karşıtı politikalar ve İslam Dünyası`ndaki işgalleri kendi kamuoyunda meşrulaştırma gayreti ile Müslümanlar ve yabancılar hakkında yapmış oldukları antipropaganda, Amerika toplumunun büyük bir kısmında nefret dalgasını uyandırmıştır. Amerika toplumunun temelinin göçmenlerden oluştuğu gerçeği göz önünde bulundurulduğu zaman, göçmen karşıtı politikalar, Amerikan toplumunu vuran bir bumeranga dönüşebilir. Almanya'da ise bu süreç daha derin bir şekilde yaşanmakta ve daha büyük bir krize gebedir. Öyle ki, Almanya tarihinin en güçlü siyasi figürlerden birisi olarak görülen Angela Merkel'in koltuğu sarsılmaktadır. Bu durum, belki de Almanya'yı son zamanların en büyük hükümet krizine sokabilir. Almanya İçişleri Bakanı'nın istifa etmesine neden olan sürecin mahreci işte budur. Almanya ve ABD bu konuda vermiş olduğumuz iki örnek olsa da olay bu iki devlet ile sınırlı değildir. Nefretin sosyal ve siyasal bir olguya dönüştürüldüğü Avrupa'da, artık bu nefret, Batı toplumunu tehdit eder hale gelmiştir. Anlatmış olduğumuz kırılma; Fransa, Danimarka, Avusturya, İngiltere gibi ülkelerde çok bariz bir şekilde yaşanmaktadır. Özellikle göç alan ülkeler, nefret zeminine oturtulan politikalarından vazgeçmez iseler, Avrupa'da yakın zamanda Faşizmin güçlü bir şekilde hortlayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Yani siyasette yeni nesil Hitler'in ortaya çıkması sürpriz olmayacaktır. Çünkü bu tür figürleri ortaya çıkaran anlayış, her geçen gün Avrupa`da daha da güçlenmektedir. Dünyaya kin, nefret, savaş, kan, gözyaşını reva görürken, kendilerinin bir refah toplumu inşa edeceklerini sananlar büyük bir yanılgı içerisindedir. Başka milletlerin ve halkların nefreti üzerinden toplumsal konsensus sağlamaya çalışanlar, ürettikleri nefret ve zulüm ile yüzleşmek durumunda kalacaklardır. Kaynaklarını talan etmek için başka milletlerin ülkelerini karıştırmakla yetinmeyip buradaki acıyı siyaset sofralarına meze yapmaya çalışan Batılı kan ve savaş baronları, elbette kendi sahillerini döven bir dip dalgası ile yüzleşmek zorunda kalacaktır. Hiçbir millet, başka bir milletin acısı üzerinden bir gelecek ve istikbal inşa etmeye kalkışmamalıdır. Küreselleşen dünyada, karşıtlıklar temelinde siyaset üretmeye çalışanlar, elbette bu çelişkilerin olumsuzlukları ile yüzleşmek zorunda kalacaklardır. İşte Avrupa'da bunun sancıları yaşanmaktadır. Eğer Avrupalı siyasetçiler bu popülist politikalarına devam edecek olurlarsa, tüm dünyayı etkileyecek olan ve Avrupa'da da kırılmalara yol açabilecek olan bir süreç yaşanabilir. O halde nefret ve düşmanlığı politik zemin olarak seçenler, kendi yararlarına, bir an evvel bu dil ve siyasi anlayıştan vazgeçmelidir.