Bir PKK’li ile bir hatıra
20 yıldan fazla bir zaman önceydi. Yine bir Ramazan ayı idi. Seyfettin Kınay isimli bir arkadaşımla bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyorduk. Derken yanımıza biri geldi.
İsmini hatırlamıyorum, Urfalıydı. Sohbet kulvarlarında ilerlerken lafı evirip çevirmeden PKK’li olduğunu söyledi. Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine “Barış güvercini” olarak dağdan ovaya indiğini, teslim olduğunu söylemişti. Devlet o zaman bu barış güvercinlerine acımamış, onları DGM’lerde yargılayıp örgüt üyeliği ile cezalandırmıştı. Cezaevinde rêhevallerinin koğuşunda yaşadıklarından sonra onlardan ayrılma kararı aldığını söylemişti. Sohbetimiz biraz ısınınca da içinde bulunduğumuz mübarek Ramazan ayında sigara içmek için bizden izin istedi. Dumansız hava sahasının egemen olmadığı yıllardan bahsediyoruz. Yine de kibardı: “Müsaadeniz ile bir sigara içebilir miyim?” dedi. Seyfettin abi biraz da kabaca: “Hayır, müsaademiz yoktur” dedi. Hiç sesini etmeden paketini cebine koydu.
Söz döndü dolaştı, PKK-Hizbullah çatışmasına geldi. Gazeteci refleksiyle; “Hizbullah ismini ilk kez ne zaman duydunuz? Nasıl duydunuz? Hizbullah’ı size nasıl anlattılar?” diye sordum.
Şöyle cevapladı “Barış Güvercini”: “Benim görev alanım Amanos’tu. Hizbullah ismini ilk kez Amanos’tayken duymuştum. Bildiğiniz gibi örgütlerde şöyle bir durum var; Sorgulayamıyorsun, araştıramıyorsun. Sana ne söyleseler öyle biliyor, öyle öğreniyorsun, öyle inanıyorsun. Hizbullah’ı bize Kürtlere karşı koruculuk sistemi gibi bir sistem olarak tanıttılar. Devletin silahlı bir gücü, dediler.”
“Peki, şimdi de Hizbullah’ı sana anlatıldığı gibi mi biliyorsun?” diye bir soru daha yönelttim.
“Hayır, şu anda çok farklı düşünüyorum. Kürdistan’da Hizbullah’ın potansiyelinin PKK’nin potansiyelinden daha fazla olduğuna inanıyorum. Eğer Hizbullah, Kürdün yüreğine dokunabilirse daha çok taraftar toplar. Çünkü Kürtlerin dini eğilimleri çok fazla” dediydi.
Cuma günlerinde, bayramlarda camileri dolu dolu görünce, aklıma hep “Barış Güvercini” ve bahsettiği o potansiyel gelir. Önümüzdeki Çarşamba günü bayram namazında camiyi dolu görünce yine aklıma bu “Barış Güvercini” ve o potansiyel gelecektir.
Ramazan ayında olduğumuz için ona özel bir soru da sormuştum: “Koğuşta kaç kişi oruç tutuyor?” diye de sormuştum. Cevabını üç kelimeye sığdırmıştı: “Hiçbirimiz oruç tutmuyoruz”
Orucu, namazı saçma bulduğunu söylemişti. Siyeri kast ederek; “Hazreti Muhammed’in kitabını okumuşum. İçinde inandırıcılıktan uzak şeyler var. Mesela peygamber ağacı çağırmış da ağaç kendisine gelmiş falan!”
Hâsılı kelam yıllar geçmesine rağmen o potansiyel pozisyon değiştirmemiş. Dünden bugüne bir şey değişmemiş. Çözülmesi zor bir denklem, derseniz, eskilerin sözünü hatırlatmak gerek; devamul hal minel muhal…