• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...
Cumartesi günü Reyhanlı Sınır kapısındaydık. "Halep'e Yol Açın" etkinliğine destek vermek için arkadaşlar ile kalktık gittik. Önemli bir şey yapmış gibi söylemiyorum bunu. Orada iken bu yazıyı yazmaya karar verdim. Bunun için söylüyorum. Çünkü orada Halep'in tam karşı tarafındaydık. Ayakta beklerken hem yorulduk hem de üşüdük. Arabalarımız olduğundan ısınabileceğimiz "bir yerimiz vardı ". O an "ya sınırın karşı tarafındakiler yorulup ve üşüdüklerinde ne yapacaklar" diye geçirdim içimden.
 
Son günlerde bizim camiada tartışılan -bu yazıyla benim de dahil olacağım - bu konuya bulaşma gibi bir niyetim aslında yoktu. Bir önceki yazımda "insanlar ölüyor!" demiş ve tartışılan konulara bulaşmamıştım. Ama "bir yerimiz vardı" düşüncesinin ne kadar önemli olduğunu anlayınca yazmaya karar verdim. İlk olduğu gibi son olacağını da belirtmek istiyorum. 
 
-"Esed'e zalim derken İran'ı eleştirmeden geçenler, İrancı olmaktadır. Bu kişi ve gruplar Şiisever olup sünni-savarlık yapmaktadırlar."
Bu tezi ortaya atanlar, Suriye politikası konusunda, "Esedi devirelim, muhaliflerin yanında yer alalım, cesaretlendirelim ve gençleri dini kavramlar ile motive edip savaşa gönderelim" diyenlerdi. Bu kişi ve gruplar bilgi ve birikim bakımından gerçekten donanımlı kimseler. Çünkü okuyor ve yazıyorlar. Yıllardır başlarından birçok olay geldi ve geçti. 28 Şubatı bütün İslami camia gibi, dibine kadar yaşadılar. Suriye politikalarını da okudukları hacimli kitapların vermiş olduğu motivasyon ile belirlediler. Bu politika onlar için yılların birikiminin ürünüydü. Bu yüzden hem kendilerinden hem de Suriye politikalarından eminlerdi. Ama Suriyede bir şeyler ters gitti ve belirledikleri politika ellerinde kalmış oldu.
 
Sonra ne mi oldu ? Ellerinde patlayan politika üzerinden, "biz haklıydık hâlâ da haklıyız" demeye başladılar. Çünkü yanılmışız demek onlara pahallıya patlayacaktı. Çünkü bir öz eleştiri yapalım deme şanslarını kendilerine bırakmamışlardı. Kendi canlarını ortaya atmış olsalardı belki bunu yapabilirlerdi ama başkalarının canlarını ortaya attıkları için böyle bir şansları kalmamış oldu. Suriye halkı için bir şeyler yapmaktan çok ortaya atmış oldukları tezlerini savunmanın derdine düştüler. Suriye halkı için kayda değer bir şeyler yaptıklarını da görmedik ve duymadık. Başkaları için cihadı farz kılarlarken kendileri daha çok kameralar karşısında ve yazı köşelerindeydiler. Politikaları ellerinde kalınca da, Suriye politikası konusunda kendileri gibi düşünmeyen diğer İslami camialara saldırmaya başladılar. 
 
Neymiş efendim ; Suriye'de savaştan yana değiliz diyenler; İrancı/ Şiisever/ ve Sünni-savar oluyorlarmış. Kendileri ise mazlumun yanında olanlar güruhuymuş. Bu yüzden Suriye'de savaş istemiyoruz diyenler Suriye'de yaşanılan vahşetin sorumlusu oluyorlarmış(!). 
 
Peki gerçekten her şey söyledikleri gibi mi ? Gerçekten bu tekfir edilenler, "Suriye'de savaş istemiyoruz ve savaşanlara karşıyız" diyenler İrancı oldukları için mi , Şii sempatizanı oldukları için mi , "savaş istemiyoruz!"dediler? 
 
Tersten okuyarak gidelim. Türkiye dışından olup Suriye'de savaş isteyenler kimlerdi ? 
 
- " Esad, İran ve Rusya." 
 
Peki Türkiye içinde Suriyede bir savaş olsun isteyenler kimlerdi ? 
 
-"Ellerinde Suriye politikası patlayanlar."
 
"Suriyede savaş istemiyoruz ve savaşanlara karşıyız" diyenler ; İran'a ve Esed'e karşı olduklarını göstermiş oluyorlar. "Olacak bir savaştan zarar görecek olan Suriye halkı olacaktır" diyerek de Suriye halkının yanında olduklarını açıkça belli etmiş oluyorlar. Tüm bunlara rağmen niçin böyle düşünen kişi ve gruplara, İrancı gibi yakıştırmalar yapılıyor ? 
 
Bu kadar saldırgan olmalarının ve kendileri gibi düşünmeyenleri bolca tekfir etmelerinin nedeni, suçluluk psikolojilerinin tezahürü olsa gerek.
Öz eleştiri yapamayacak bir halde olsalar da, ümmetten özür dileyerek bir başlangıç yapabilme şansları hâlâ mevcut.
 
Bu arada kaç gündür, "İslamcıların Suriye politikası çöktü" diyor Ruşen Çakır. 
İslamcılar arasında sadece bir çevrenin bu politikayı savunduğunu hatırlatmış olalım ki, kendisini kandırmış olmasın ve bir çevrenin politikasını, bütün İslamî camianın politikasıymış gibi gösterip hacimli analizler yapmaya kalkışmasın. Bizim için bunun bir mahsuru yok zira kendisini kandırmasın diye söylüyorum. Bunu art niyet ile yapmıyor ise, "mufazakar ile İslamcı" kavramlarını karıştırıyor olsa gerek. 
 
Son olarak Suriye halkı, 6 yıldır yaşadıklarının sonucunda, şunu anladıklarını açıkça ifade ediyorlar ; " bize gaz verenler bizi yalnız bıraktılar. Politikalarının doğruluğunu anlatmak için kameralar karşısında olduklarında ve reklam aralarında çay ve kahvelerini yudumladıkları sıralarda, bizler kedi eti bile bulamayacak haldeydik. Bizim adımıza ne kadar cesur olduklarını geç de olsa anladık... " 
 
Toltsoy ne de güzel demiş : " Savaşı öven insanları savaşın tam içine, en ön cepheye ; saldırının, şiddetin tam ortasına yollayın..."
 
Hamdullah TAN