• DOLAR 34.652
  • EURO 36.45
  • ALTIN 2925.158
  • ...

Muhammed Ölmez

Hayat bir aynaya benzer, farklı yansımaları olan bir ayna. Çünkü her insanın hayata bakış açısı, hayatı yorumlaması farklıdır.

Bazen coşkun akan bir nehre benzer, bazen deli dalgalar misali denize, bazen güllerle, çiçeklerle bezeli bir bahçeye...

Bazen sıcacık bir güneşle etrafı aydınlatan, insanın içini ısıtan bir ilkbahar sabahına, bazen de zemheri soğuğa benzer kış misali.

Yani hayata nasıl bakmak isterseniz ayna size onu yansıtır. İnsanlar çoğu zaman hayata nasıl baktığını tanıştığı insanların perspektifinden bakar, kendi bakıyor sanır fakat başkasının bakış açısıyla bakıyordur. Bu bazen iyi bir arkadaş olur, bazen ise tam tersi. Bazen de topluluklar, ülkeler bazında bir bakış açısı ve yaşam tarzı ile kendini gösterir. Burada insan yaşadığı hayatı farklı boyuttan görmeyi öğrenir.

Bugün toplum olarak batının bizim görmemizi istediği bir bakış açısıyla, batının penceresinden hayata bakıyor, onların istediği bir yaşam tarzı ile yaşıyor, kültür emperyalizminin etkisi ile değerlerimizi yitiriyoruz. Toplumumuzun temel dinamiği olan aile kurumu batı kültür emperyalizmi ile karşı karşıyadır. Geniş ailelerden çekirdek ailelere evirilme ve nihayetinde tek ebeveynli aile olma yolunda ilerliyoruz.

İşin en vahim tarafı ise evlilik ve aile kurumunun yerini birlikte yaşama kültürüne bırakması.

Kapitalist sistemler İslâm ülkeleri başta olmak üzere üçüncü dünya ülkelerinde kadın, erkek ilişkilerini ve aile bağlarını kopararak dini ve kültürel değerlerin altını oymak suretiyle toplumları sömürgeleştirme politikaları güdüyorlar.

Neden mi?

Çünkü bir toplum sahip olduğu kültür ve değerlerini sonraki nesillere aktarmada en önemli rolü aile kurumu üstlenir. Dolayısıyla toplumumuzun dini ve kültürel değerlerine dayalı yaşam tarzını yıkıp yerine batı yaşam tarzını yerleştirmek, toplumda yer etmiş değerleri kontrol altında tutmak ve sömürmek...

Peki bundan hedeflenen ne dersiniz?

Hedef, kültürel yıkım ve batılılaşma siyaseti ile geleceğimizi, çocuklarımızı, gençlerimizi kendi ideolojilerine göre şekillendirmek, hayata onların baktığı gibi bakmak, onların yaşadığı gibi yaşamak.

Nasıl mı?

Yaz geldi, yaz konserleri, bahar geldi bahar şenlikleri, kışın kültür yolu etkinlikleri adı altında gençleri meydanlarda toplama hem de kız erkek ayırmadan hınca hınç doldurma. Değer, yargı tanımadan.

Bu tür programlar hem fertleri hem de aile kurumumuzu olumsuz yönde etkilerken, gençleri aile hayatına karşı olumsuz yönde etkiliyor.

Toplumumuzun temel dinamiği olan aile kurumunu yıkıp yerine nikahsız birliktelikler kültürünü bina etmek.

Ne yazık ki aile kurumunu yok etmeyi amaçlayan nikahsız birliktelikler kültürüne doğru hızla yol alıyoruz.

Medeni kanun ile birlikte ülkemiz batı medeniyetine bürünmeye çalışıyor. Oysa toplumsal gerçekliğimiz, değerlerimiz ve kültürümüzü incelediğimiz vakit çıkarılan kanunların tepeden inme, kültürümüze, geleneğimize, dinimize düşmanlık besleyen, toplumsal yapımızı zayıflatan kanunlar olduğunu görüyoruz.

İsviçre’den ithal edilen medeni kanun ile aile yapımız batının değerlerine göre şekillendirilmek istendi. Müslüman toplumumuz, söz konusu kanun ile birlikte seküler topluma göre dizayn edilerek; çağdaşlık, ilericilik, modernizm gibi yaldızlı sözlerle devşirilmek istendi.

Daha sonraki süreçte, İstanbul sözleşmesi, İstanbul sözleşmesinden kaynağını alan 6284 nolu kanun, ve yine aynı sözleşmeden beslenen sapkın LGBT gibi akımların faaliyet ve çalışmalarının serbest bırakılarak meşrulaştırılması, aile kurumunun altına bırakılmış birer dinamite dönüştü.

Kamuoyunun yoğun tepkisi üzerine, bu meşum sözleşmeden geri çekildi, ancak sözleşmenin vermiş olduğu tahribatlar ve yasal düzenlemeler olduğu gibi halen yürürlükte. Ve maalesef her gün aile kurumu çatırdamakta.

Kıssadan hisse, demem o ki; değerlerimizle uyumlu yeni bir medeni kanunun getirilmesinin vakti çoktan gelip geçmedi mi?