• DOLAR 34.653
  • EURO 36.455
  • ALTIN 2929.109
  • ...

Bir toplumun yozlaşmasının en büyük unsurlarından biri karşı karşıya kaldığı ekonomik sıkıntılardır. Özellikle son günlerde yapılan zamlar herkesin gündeminde.

Yapılan son zamlarla birlikte dar ve düşük gelirli vatandaşların sırtına yeni bir yük bindi. İnsanlar temel ihtiyaç maddelerini alamayacak duruma geldiler. Rekor zamlardan sonra asgari ücretli ve emekliler nasıl geçinir düşünen var mı acaba?

Mutfak yangın yeri!

Her şey ateş pahası!

Bir ülkede ekonomi kötüye gidiyorsa, ekonomik sıkıntılar ve istikrarsızlık yaşanıyorsa bu hem fertleri hem de toplumu ilgilendirir.

Ekonomik istikrarsızlık, fert ve toplum üzerinde ciddi etkiler bırakırken beraberinde yoksulluğu getirir. Yoksulluk da aile yapısı başta olmak üzere toplumun birçok kesiminde ciddi sorunlara yol açacaktır.

Bu durum toplumlarda; güvensizlik ve istikrarsızlık meydana getirir. En çok zarar gören de şüphesiz aile kurumu olur.

Bu yaşanan ekonomik krizden menfi olarak etkilenen aile kurumu mutlaka koruma altına alınmalıdır. Çünkü ekonomik krizden toplumsal krizler meydana gelir. Toplumsal krizler; aile yapısının çökmesine, boşanmaların artmasına, şiddetli geçimsizliklere sebep olur. Toplumda insanlar arası güvensizlik, suç oranlarının artması ve en önemlisi de değerlerimizin yitirilmesi tehlikesi de söz konusu.

Eğer bir toplumda huzursuz ve güvensiz ruh hali varsa, o toplumda; birlik, beraberlik, kardeşlik, vicdan, merhamet, saygı, sevgi, paylaşma, yardımlaşma ve dayanışmadan söz etmek çok zor olacaktır. Böylece kapitalist çarkların arasına sıkışmış bir ülke, gelir adaletinin olmadığı bir toplum ve benmerkezci, bencil ve hırçın bir aile yapısı oluşacaktır.

Krizle birlikte aile içi dayanışma körelecek, toplumun ve bireylerin geleceğe yönelik beklentileri, hayalleri ve umutları kırılacak en kötüsü de psikolojisi bozulmuş bir toplumsal anomali ile karşı karşıya kalmamıza neden olacaktır.

Ekonomik bağımsızlığın olmadığı bir ülkede siyasi bağımsızlığın olması da mümkün değildir. Şüphesiz siyasi bağımsızlığın olmadığı ülkelerde de kültürel bağımsızlıktan söz edilemez. Kültürel bağımsızlığın olmadığı ülkelerde ise din, inanç ve değerlerin yozlaşma tehlikesi ile birlikte aile kurumunun çökmesi de söz konusu.

Öte yandan ekonomik krizleri fırsata çevirmek isteyen şer odakları, bizden alın terimizi ve kaynaklarımızı çalıp sömürü çarkını oluştururken, diğer yandan bizden çalınan kaynaklarımıza karşılık aile fertlerimize kendilerini rol model olarak sunmaktadırlar.

Kenya'nın kurucu devlet başkanı Jomo Kenyata, Batı ülkelerinin Afrika’ya gelişini; “Misyonerler Afrika’ya geldiğinde bizim topraklarımız onların İncilleri vardı. Dua edelim dediler. Gözlerimizi kapattık. Açtığımızda, bizim incilimiz, onların toprakları vardı”  sözleriyle konuyu güzel bir şekilde özetlemiştir. İşte aynı tehlike toplumumuz ve aile yapımız açısından da söz konusu.

Batının ifsat projeleriyle kaynaklarımız bizden çalınmakta, bunun karşılığında; görsel, işitsel ve zihinsel olarak Avrupai yaşam tarzı dayatılmaktadır. Avrupai yaşam tarzının dayatılmasıyla aile kurumumuz yozlaştırılmakta, değerlerimiz yitirilmekte, bireyselcilik ve bana ne lazımcılık ön plana çıkmakta, ahlaksızlık ve sapkınlıklar dayatılarak, çocuklarımız ve geleceğimiz büyük bir tehlike ve tehdit ile karşı karşıya, savunmasız olarak bırakılmaktadır.

Bu toplumsal sorun değerler sisteminin yörüngesinde kalarak ekonomide kalkınma sağlanmalıdır.

Sonuç olarak demem o ki: Ülkemizde de ekonomistler, sosyal araştırmacılar ekonomik kalkınmanın sağlanabilmesi, sosyal ve ahlâkî normların verimliliğini arttırmak için değerlerimizle uyumlu kalkınma modelleri geliştirmelidir.

Batı ekonomi ve kalkınma modellerini örnek almadığımız takdirde İslam ekonomi ve iktisat modellerinden çok şey öğrenebiliriz.

Toplumda huzurun tesis edilmesi, ekonominin düzelmesi için bu soruna bir çözüm bulunmalı. Aksi halde hem maddi hem de manevi çok zor günler bizi bekliyor olacaktır.

Sema Yarar