ESERLERDEN ESİNTİLER / İHLAS RİSALESİ – ÜSTAD BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ (2. BÖLÜM)
Bismillahirrahmanirrahim.
Kardeşlik ruhunun zedelendiği çağımızda, Müslümanların sayıca çokluğuna rağmen nitelikçe yokluğuna dair fikir karmaşası yaşıyoruz. Ümmetin bünyânün mersus (kaynaşmış sağlam bina) olması gerekirken, rüzgarda savrulan yapraklara dönüşmesi bizleri üzüyor, çözüm arayışına itiyor. Öte yandan ruhlarımızda ihlasın zedelendiği de bir gerçek. Derdi İslam olan bizlerin emel-amel tenakuzunda bocalayıp durması da cabası… Bu sorunların kaynağının ihlas zaafiyeti olduğunu, Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin nadide eseri İhlas Risalesi’nin girizgâhını yaptığımız geçen yazımızda belirtmiştik. Bu bölümde ihlası kazanmak adına Üstad’ın önerilerinin kardeşlik temeli üzerine oturduğuna şahitlik edeceğiz. Zira ihlasın olmadığı yerde uhuvvet, uhuvvetin olmadığı yerde ihlas noksandır. Haydi gelin, ihlas ve kardeşliğin birbiriyle kopmaz bağını Enfal Sûresi’nin 4. Ayetini irdeleyerek, Üstad’ın bu konuda tavsiyelerini ele almaya çalışalım!
Allah’a (C.c.) ve Resulüne (SAV) itaat edin. Sakın birbirinizle çekişmeyin, sonra (korkar) gevşekliğe kapılırsınız da rüzgarınız (ruhunuz, gücünüz, devletiniz) elden gider. Sabırlı olun. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.
Allaha ve Resulüne itaatten sonra kardeşlerle dayanışmanın önemine değinilen bu ayette, aksi durumda gevşemenin yaşanacağı ve tüm kazanımların yok olacağı belirtiliyor. İtaat ve tesanüdün ise ancak ihlasın yakalanması ile gerçekleşeceği de vâz ediliyor bu vesileyle. İhlası yakalamak adına Üstad’ın önerileri ise şu şekilde özetlenebilir.
- Allah rızasını asıl maksat edinmek, insanlardan değil Allah’tan beklemek…
“Amelinizde rıza-yı ilahi olmalı. Eğer o razı olsa bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer o kabul etse bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için bu hizmette doğrudan doğruya yalnız Cenab-ı Hakk’ın rızasını esas maksat yapmak gerektir” diyor Üstad. Meseleyi tersinden okuyacak olursak, tespitin büyüklüğü kendini daha bir belli eder. Amelde Cenab-ı Hakk’ın rızası asıl gaye edilmezse, samimiyet ortadan kalkar ve ne kadar istenirse istensin yine de insanlara tesir etmez, ederse de saman alevi gibi bir etki oluşturur. Çünkü yaptığı iyiliğin karşılığını bekleyen, tefecidir. “Benim ecrim, yalnız Allah’a (C.C.) aittir” parolasıyla hareket eden peygamberler, bu konudaki velilerimiz olmalı. Allah’ın karşısına getirilen alim, şehit ve zenginin hikayesi de bizlere ibret olmalıdır. Hepsi de “ne güzel adam” desinler diye işlerini yaptığından, dünyada onlara verilmiş, ahiretten ise nasipleri olmamıştı.
- Kardeşlerimizi tenkit etmemek, gıpta damarını uyandıracak fazilet-füruşluk yapmamak…
Müslümanlar olarak tabii ki de düzeltmek için hatalarımızla yüzleşmeliyiz. Ancak ehil olmayanların, rıza-yı ilahi dışında bir maksat ve yanlış üsluplarıyla yaptıkları tenkitlerin, ümmeti ne denli ayrılığa düşürdüğü de bir gerçektir. Ümmetin yekvücut olmasını icap ettiren azami müştereklere odaklanmak gerekirken, asgari ayrılıkları gündem edinmek ve bunu ümmetin iyiliği (!) için yaptığını iddia etmek; kötü niyetle yapılmamışsa bile kötülerin ellerini avuşturan, ekmeğine yağ süren büyük bir bilinçsizliktir. Tıpla alakası olmayan birinin, yaralıya müdahalesi gibi daha da kötü sonuçlar elde edilebilir. Hem makinenin çarkları birbirleriyle rekabet etmez, bedenin azaları birbirine galebe çalmak için uğraşmaz. Üstad’ın bu konudaki örneği de muhteşemdir. Üç tane 1 toplansa 3 eder ama sırr-ı ihlas ve uhuvvetin mucizevari kerametiyle birleşseler 111 ederler. Çünkü samimi bir ittifakta her fert, diğer kardeşlerinin gözleriyle görebilir, kulaklarıyla işitebilir bir vaziyete gelir.
Kıskançlık ve haseti dinimiz yasaklamıştır. Lakin Üstad burada görünüşte olumlu, neticeleriyle olumsuza dönüşebilecek gıpta nazarının da sıkıntısını gözler önüne sermektedir. Bu sebeple gıpta etmek de, gıpta edilecek bir fazilet-furuşluk da doğru değildir. Allah’ın nimet olarak verdiğini, başkalarına caka satmak için harcayan kişi, hem kendini, hem de takipçisini tehlikeye sokar. Zira gıpta ile bakılan taklit edilir, sonra ona ulaşılamayınca veya hayal kırıklığına uğranınca; kişinin değil o kişiye, o mesleğe dahi ilgi ve alakası söner, belki de düşmanı kesilir. Zira muhabbetin de, nefretin de aşırısı yaralayıcıdır. Bu sebeple Müslümana helal olan gıptayı dahi Risale-i Nur şakirtlerine yasaklar Üstad.
- Bütün kuvveti ihlasta ve hakta bilmek…
Üstad burada çarpıcı bir örnekle karşımıza çıkar. Van ve İstanbul’da imkanları daha geniş, çevresi daha entelektüel olmasına rağmen sürgün şartlarında, sebeplerin sıyrıldığı, imkanların yok olduğu, etrafındaki insanların ise çokça bilgin olmadığı bir anda Rabbimizin yardımıyla daha geniş kitlelere ulaşmayı başarmıştır. Evet, mesele insanın çabasını tahfif etmek değildir, çaba çok ama çok önemlidir hatta. Mesele kuvvetin haktan geldiğini ve ihlasın sırrınca murada erildiğinin bilincinde olmaktır. Üstad, bu sırrı şan şeref perdesi altında nefsin enaniyetini okşayan ortamdan sıyrılışına da bağlar. Nefsin hoşuna gidecek şeylerde i’sar ruhunu canlı tutmaya çalışır. Bırakın maddi bir beklentiyi, bir iman hakikatini muhtaç bir kalbe aktarmak gibi ulvi bir vazifeyi yapmak adına, hoşuna gitmeyecek bir kardeşiyle yapmayı öğütler.
- Kardeşlerin meziyetlerini şahsında, faziletlerini kendisinde bilmek…
Tek yürek olmak, en çok Müslümanlara yakışır. Çünkü İslam davası, tek bir cemaate veya kişiye hasredilemeyecek denli büyüktür. Bu yükün altından kalkmanın yolu ise kardeşlerimizle cem olmaktır. Kardeşini rakip değil, aynı davanın farklı bir şubesi olarak görmek, onun başarılarıyla İslam davasının yüceldiğini görerek iftihar etmek gerek. İhlas sırrını bozup enaniyet damarının kabarmasıyla yolları ayıranların, karşı tarafı sevindirdiğini bilmeden yaptığı eleştirilerin yıkıcı etkisini gözlemlemek çok acı. Aklı karışıkların içine attıkları şüphe tohumuyla, sallantıda olan imanı yok ettiklerini bilmeden hareket etmek çok çok acı… Müslümanların ihtilafına vesile olup ruhunu kaybedişine, adam kaybedişine su taşımak ise tarifi imkansız bir acı…
Üstad Bedüzzaman Said Nursi, “vessabikune ilel hayrat” (hayır yolunda yarışın) ayetine denk gelmemiş değildir. Lakin Mu’minûn Suresi 53. Ayette de belirtilen her grubun kendiyle iftiharına, kardeşlerini istihfafına, en sonunda kardeşlik hukukunun ilgasına sebep olacak adımların kilometre taşlarının döşendiğinin de farkındadır. Bu sebeple başkalarına bir nebze helal olan müsabaka, tenkid, fazilet gibi şeylerden bütün bütün sakınmayı öğütler. O günlerde kabuğunu yeni kıran, şimdilerde ise ortalığı yakıp yıkan ihtilaf canavarının, ihlas kalemizi yıkmaya başladığını öngörürcesine…
Nasip olursa ihlası zedeleyen hususları ve çözüm yolarını gelecek yazımızda paylaşacağız.
Selam ve dua ile…
Abdullah AYYILDIZ (Konuk yazar)