İşte Büyük Kurtuluş Budur
"Şüphesiz Allah müminlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah'ın Tevrat'ta, İncil’de ve Kur’an'da olan vaadidir. Allah'tan daha fazla kim ahdine vefa gösterir. Öyleyse yaptığınız bu alış verişe sevinin. İşte büyük kurtuluş budur."(Tövbe 111)
Gerçekten bu ayetlerde geçen müthiş ifadeyi Canıyla, malıyla Rabbine adanan şehitlere, şahit olunca daha iyi anlayıp kavrıyoruz. Rahman’a, malı ve canı satmanın ne kadar güzel ve karlı bir alış veriş olduğunu bu atmosfer vesilesiyle daha iyi anladık elhamdülillah.
Şöyle bir düşündüğümüzde, malın da canın da asıl sahibi Rabbi Rahman değil mi? Peki mademki öyle kimin malını kimden saklıyoruz?
Neden Rabbimizin bize emanet olarak verdiği şu canı ve malı yine O’nun yolunda kurban vererek cennete talip olmuyoruz? Daha neyi bekliyoruz? Her gün sağımızda solumuzda yeşil kuşun kursağında Rablerine giden yiğitleri görmüyor muyuz? Yoksa hiç gıpta etmiyor muyuz? Hala bize düşen, sadece ekranlar karşısında gözyaşları dökmek mi olacak? Artık şu derin gaflet uykusundan uyanmamız lazım. -
Bizim de, Allah’ın davası uğruna yine O’nunla, yüce ve karlı bir alış veriş için pazarlık yapmamız gerek. O’nun davasını tüm insanlığa ulaştırmak için gece gündüz çalışıp dünya ve içindeki fanilere elveda dememiz lazım. Çünkü bizim talip olduğumuz dava çok büyük ve kutsal bir davadır.
Bu nedenle en iyilerimizi ve en çok sevdiğimiz İsmaillerimizi kurban etmek gerek. Hani böyle bir söz vermiştik Rabbimize...
Şimdi bize ne oldu da sözümüzün arkasında durup Rabbimize karşı halisane bir şekilde kulluk görevimizi yerine getirmiyoruz? Oysa gerçek müminler hiç bir zaman bu sözlerini unutmaz ve hayatlarının her alanında Rableriyle yaptıkları sözleşmeye sadık kalırlar. Rabbimizin gafil kişiler için bir ihtarı var: "Siz nasıl dünyadayken bizi unuttunuzsa bu gün unutulanlardan oldunuz". Yazıklar olsun size." Evet yazıklar olsun onlara ki, ebedi sefa mekanı olan cenneti, üç kuruşluk fani dünya çöplüğüne sattılar.
Gerçek Müslüman canını ve malını korkusuzca cennet karşılığında Rabbi Rahmana satmıştır. Kendisi için bir pay ayırmamıştır. Artık o can ve mal Allaha aittir. Dolayısıyla o canı ve malı başka yerde harcama gibi bir lüksü yoktur.
Tıpkı bir köle ile efendisi gibi, köle efendisinin emirlerini nasıl yerine getirmek zorundaysa, ben mü'minim diyen her kişi de, Efendisinin emrine amade olmalıdır.
Bunun karşılığı ise Rabbin rızası ve Cenneti cinandır. Hiç bir alıcının hiçbir satıcıya veremeyeceği bir mükâfattır bu... İşte Rabbimizin lütfu böyle geniştir. Şimdi sorarım size kardeşler! Rabbimizin şu geniş lütfuna karşı binler canımız olsa da hepsini bu dava uğruna bir bir feda etsek sizce az değil mi?
Dolayısıyla O’nsuz geçen bir dakika bile bizim için çok büyük bir kayıptır bunu böyle bilmemiz lazım. Çünkü hayatımız O’nunla anlam kazanır. O’nsuz geçen hayatlar, ruhu çekilmiş birer ölü gibidirler. Şu durumda bize düşen davet görevimize Habib-i Neccar misali daha sıkı sarılıp daha çok insanın kurtuluşu için mücadele etmektir. Ölü ruhlu bedenlere İslam'ın oksijenini pompalamalıyız ki, onlar da hayata dönebilsinler. Zira bizler Rabbimizle unutmamamız gereken bir anlaşma yapmıştık. Şu dünya fabrikasında gerekirse mesai saatlerini arttırarak gece gündüz çalışacağız ki, mükâfatı Cennet ve Cemalullah olan ücretimizi hak edebilelim. Aksi takdirde herkes Rabbinden mükâfat almaya giderken bizim böyle bir şansımız olmayabilir.
"Her kişi ancak çalıştığının karşılığını alır." Öyleyse şu dünya fabrikasının bahçesinde oturduğumuz yeter! Artık çok çalışma zamanı geldi de geçti bile, hala neyi bekliyoruz?
Müslüman kardeşlerimiz bir bir bu dava uğruna İbrahimce teslim olup İsmailce kurban olurken oturmak bize ar ve ayıp değil mi?
Onların o tertemiz kanları yüreklerimize İman pompalamalı! Şu dağınık halimizi toparlayıp, üzerimizdeki, şu gaflet perdelerini bir bir aralamalı!
Onların bize miras olarak bıraktıkları kutsal emanete hakkıyla sahip çıkarak bizler de bu kutsal dava uğruna canımızı Hüseyince kurban etmeliyiz.
Zalim Ebû Cehiller'in kurutmak istedikleri, İslam'ın o güzel ağacını kan, gözyaşı ve alın terimizle sulamalıyız ki, o ağaç kurumadan kıyamete kadar ayakta durabilsin. Bu vesileyle Şehit Aytaç Baran kardeşimizin şehadetinin seneyi devriyesinde O’nu ve tüm şehitlerimizi Rahmet ve minnetle anıyoruz.
Esma Akbalık (Konuk Yazar)