Müslümanca Okuyuş ve Müslümanca Duruş
İslam, Müslümanın hem içini hem de dışını terbiye eder. İslam, Müslümanın içini terbiye eder; yani manevi, içsel bir arınmayı sağlar ve telkin eder. Aynı zamanda İslam, Müslümanın dışını terbiye eder; yani Müslümana İslam’ca bir duruş, kavrayış ve söyleyiş kazandırır.
Böylece İslam, Müslümanın hayatının her alanına sirayet ederek, her iki cihanda da saadete erişmesine vesile olur. Ne salt içsel bir İslam ne de salt şekilden ibaret bir İslam bizi kurtaracak değildir.
Bugün belki de İslam’ın hayatlarımızda veya toplumda kendisine hak ettiği yeri bulamaması da bundandır. Yani İslam’ı hayatımızın her alanında söz sahibi kılmayışımızdandır. Durum böyle olunca hayatı Müslümanca okuyup, Müslümanca bir duruş sergileyemiyoruz.
İçinde yaşadığımız hız ve haz çağında olaylar baş döndürücü bir hızla gelişip, nihayete eriyor. Bu çağın insanı olan, toplumun bir ferdi olan; durumlar ve olaylar karşısında direkt olarak etkilenen Müslümanlar olarak haliyle olayları ve durumları okumak, değerlendirmek ve bir sonuca ulaşmak istiyoruz. İnsan olmamız hasebiyle de bu doğal bir istektir.
Çünkü insan olmak; dışında gelişen olayları okumayı, değerlendirmeyi ve sonuca ulaşmayı; bunların karşısında bir duruş ortaya koymayı gerektirir. İnsan etrafında olan bitenden etkilenir ve olup bitenlere de etki eder.
İşte tam da burada Müslümanlar olarak hayatı, olayları, olguları okuyuş ve değerlendiriş tarzımız çok büyük önem arz ediyor. Çünkü bunlara karşı göstereceğimiz duruş bunun üzerinden şekillenecek.
Bu yüzden Müslümanlar olarak dünyayı ve içindekileri Müslümanca okumak zorundayız. Yani olay ve olguları değerlendirirken bir Batılı mantığıyla değil de bir Müslüman mantığıyla, Kur’an ve Sünnetin penceresinden okumak zorundayız.
Bizim olayları ve durumları okuyuş tarzımız ile hayatında İslam’dan eser olmayan birinin okuyuş tarzı bir olmamalı. Belki aynı sonuca da varabiliriz; ama vardığımız sonuç kadar, sonuca ulaşırken kullandığımız değerler algoritması da önemlidir.
Çünkü bir Müslüman’ın hayatını üzerine kurduğu değerler ile bir Batılının veya Batı zihniyetlinin, hayatını üzerinde temellendirdiği değerler bir değildir. Mademki hayat bu değerler üzerinden okunuyor, o halde bizim hayatı okuyuşumuz bambaşka olmalıdır.
Sevinçlerimiz, hüzünlerimiz, konuşmamız, eleştirilerimiz, takdirlerimiz hep Müslümanca olmalı; Kur’an ve Sünnetten beslenmelidir.
Belki de Müslümanlar olarak birkaç asırdır aynı problemleri yaşıyor olmamızın en büyük sebebi de hayatı ve gelişen olayları Müslümanca okuyamamak ve Müslümanca bir duruş sergileyememektir. Yine ferdi hayatımızda Kur’an ve Sünnetten uzaklaştığımız içindir ki isabetsiz kararlar alabiliyor, ortaya sabit bir duruş koyamıyoruz.
O halde bizim dünyayı kendi değerlerimiz üzerinden okumamız ve dizayn etmeye çalışmamız lazım. Çünkü bize yabancı değerler üzerinden kendi zihin dünyamızı kuramayız ve doğal olarak bir duruş sergileyemeyiz.
“Bizim” dediğimiz değerler, İslam’dan ve onun kaynaklarından besleniyor. Ama Batılı veya müsteşrik zihin dünyasının değerleri insan haz ve tutkularına göre şekilleniyor. Ve yeryüzünde mutlak bir doğrular kümesi varsa o da İslam’ın doğrular kümesidir.
Bu yüzden İslam ve ortaya İslami bir duruş koyanlar, hiçbir zaman yanılmamışlardır ve olayları doğru okumuşlardır. Bu anlamda hayatı İslam’ca, Müslümanca okumak kişiye bir duruş ve istikamet verir. Bunun dışındaki her okuyuş cehalete çıkar.
Ömer Arslan (Konuk Yazar)