• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Hayatın hızlı akışı içerisinde mukadder akıbetimize doğru sürüklenip gidiyoruz. Ancak bir mümin sorumluluğu ile şunu da kendimize sormamız gerekiyor.

Gerek toplumsal sorumluluklarımız gerek ruha yönelik sorumluluklarımız gerekse de Rabbimize karşı olan sorumluluklarımız devam etmektedir.

Hayatın her türlü acı, tatlı, hüzün ve ferah yüklü durumlarıyla karşılaştığımız gibi yine insanımızın bize yüklediği bilinç ile hayatta karşılaştığımız tüm yanlışlara, kötülüklere, zulümlere ve haksızlıklara karşı da bir tepki vermemiz gerekiyor.

Ancak bu noktada yaptıklarımız yorumlama, tartışma, hatta bazen öfkelenme durumundan öteye geçmiyor. Sanki burada bir eksiğimiz var, işte bu yazımda o eksiğimizi okumuş olduğum, yaşanmış bir hikâyede bulmaya çalışacağız.

Aliya İzzetbegoviç İkinci Dünya Savaşı sırasında Balkanlar'da özellikle Yugoslavya’da zulmün zirve yaptığı yıllarda, İslami kimliğe, Müslümanların varlığına yönelik tehditler karşısında bir grup genç arkadaş ile birlikte “Mladi Müslümani” diye bir teşkilat kuruyor ve aralarında anlaşıyorlar.

Bizden birinin başına eğer bir sıkıntı gelirse geridekiler mücadeleyi devam ettirecekler. Fazla bir zaman geçmiyor ki Aliya İzzetbegoviç genç yaşında cezaevine düşüyor. İki yıl kadar cezaevinde kalıyor. Hatırlarsanız daha sonra İslam deklarasyonu kitabından dolayı on dört yıl hapis cezası alıyor.

Ama gerideki arkadaşları, o genç Müslümanlar mücadeleyi sürdürüyorlar. Bir akşam teşkilat merkezinde otururken yönetimdeki arkadaşlar kendi aralarında meselelerini istişare ediyorlar. Sıkıntılı günler, zor günler, Tito’nun despotluğunun devam ettiği günler.

Teşkilat merkezinde oturum halindeyken oturum gece yarısına doğru sarkıyor, gecenin ilerleyen saatinde aniden bir kapı tıklama sesi işitiyorlar. Tedirgin oluyorlar, çünkü bekledikleri kimse de yok.

İlk akıllarına gelen; herhalde yeni bir operasyon ile karşı karşıyayız, polisin yeni bir müdahalesi, baskısı ile karşı karşıyayız diye düşünmek oluyor. Ama o an oturumda bulunanlardan Hasan ve Halit, Aliya’nın çok yakın iki dava arkadaşı, onlar şöyle diyorlar: “Tedirgin olmanıza gerek yok, bu kapı tıklaması Aliya’nın kapı tıklamasına benziyor.” Diğer arkadaşları haliyle şöyle diyorlar, “Aliya cezaevinde gecenin bu yarısı bu kapıda ne işi olabilir.” Ama o iki arkadaş ısrar ediyor “Biz Aliya’yı kapı tıklamasından tanırız.” Ve nitekim kapıyı açtıklarında karşılarında Aliya İzzetbegoviç’i görüyorlar.

Peki ya olay nedir? O günkü sistemde yargıda nasıl bir gelişme olduysa artık Aliya cezaevinden salıveriliyor. Saraybosna'nın dışında başka bir şehirde cezaevinden çıkıyor yirmili yaşlarda, bir kamyonun arkasına atlıyor ve doğrudan başkent Saraybosna’ya geliyor, gecenin ilerleyen saatlerinde ilk gittiği adres dava arkadaşlarının bulunduğu merkezin kapısı oluyor.

Bakınız değerli kardeşlerim; annesi Hiba’ya gitmiyor, sevdiği Halida’ya gitmiyor, cezaevinden çıkar çıkmaz ilk gittiği adres teşkilat merkezi oluyor. Düşünün yıllarca cezaevinde kalmış olacaksınız, cezaevinden çıktığınız gün atlıyorsunuz bir kamyonun arkasına ve teşkilat merkezine geliyorsunuz.

Olur ki teşkilat merkezinde dava arkadaşlarım vardır diye. Ve bu arada biraz düşünelim bu nasıl bir kardeşlik, yıllar sonra Bosna'da Sırplara karşı direniş ruhunu nerden alıyor? İşte bu kapı tıklamasından! Cezaevinden çıktığı gün ilk adres, mücadeleyi birlikte verdiğim kardeşlerimin yanıdır diyebilmek, tercihlerin başına bunu koyabilmek.

Soruyorlar Aliya’ya, ‘bu acelen neydi bir gün sonra da gelebilirdin.’ Aliya İzzetbegoviç o büyük dava insanı dönüp şu cevabı veriyor: ‘‘Bugün cezaevinden çıktım, artık özgürüm. Allah bugünün de hesabını benden soracak, gecenin bu saatinde bu kapıya gelmemin nedeni şu: Bana düşen görev nedir? Bu saatten sonra dava için benim omuzlayacağım görev nedir? Bunu öğrenmek için ben buraya geldim.”

İşte değerli kardeşlerim biz bu soruyu kendimize soralım. Bir başkasına düşen görevi Allah bizden sormayacak. Öncelikle Rabbimizin bize verdiği tüm lütuf ve ikramı düşünelim. Bana düşen görev nedir? Yeryüzünde bu kadar yozlaşma, kötülük, zulüm varken bana düşen görev nedir? Hepimiz görevimizin bilincinde olursak yeryüzü temizlenir. Karanlığa küfredeceğimize bir mum da biz yaksak dünya aydınlanacak, başkasından beklemeyelim. İnşallah kendimize düşen görevi yapma noktasında ertelemeden, yan çizmeden ve oyalanmadan bir an önce görevimize yoğunlaşırız diye ümit ve dua ediyorum.

Selam ve dua ile.

TAHA ÖLMEZOĞLU (Konuk Yazar)