• DOLAR 34.665
  • EURO 36.319
  • ALTIN 2941.753
  • ...

Allah’a ve ahiret gününe gerçek anlamda iman edenlerin en belirgin vasfı zannımca vefalı olmalarıdır. Zira vefa yalnız bu dünyaya ait olanların sahip olduğu bir özellik olmasa gerektir. Ahiret düşüncesi olmayan bir kişiden vefa beklemek de abesle iştigaldir. Kendisini yaratan, türlü türlü nimetler bahşeden Rabbine karşı nankör olandan vefa beklenebilir mi? Aldığı nefesin dahi sahibi olmayan insanın, gafletle kendini müstağni (ihtiyaçsız) görerek kendisini var edene karşı nankörlük etmesi en büyük vefasızlık örneğidir. Kaldı ki bir insanın yapabileceği en büyük iyilik dahi, Rabbimizin bahşettikleriyle asla kıyaslanamazken, Rabbi’ne karşı kulluk vazifesini yapmayan kişi, ne hayırlı bir evlat, ne hayırlı bir eş olabilir.

Çevremize şöyle bir baktığımızda bunun örneklerini fazlasıyla görmekteyiz. Bin bir zorlukla dünyaya getirilip, türlü sıkıntılar içinde büyütülen evlatlar, kendi ayakları üzerinde durabilecek bir duruma gelip, artık anne babaya ihtiyaçları kalmadığında, arayıp sormaz oluyorlar. Bazen bir telefonla hal hatır sormayı bile çok görüyorlar. Eşler arasında da durum farklı değildir. Hayatını eşini razı etmek için adamış birçok kadın tanıyorum ki, bir kısmı ya eşi tarafından aldatılıyor ve yahut beklediği takdiri göremediği için bir süre sonra usanıyor. Kadınların nankörlüğünü de es geçmeyelim. Onlar da en ufak bir hatada eşlerinin bütün iyiliklerini bir kalemde silerek ‘ben zaten senden hiç hayır görmedim’ diyebiliyorlar.

Peki bu konuda sadece nankör olan kişide mi hata vardır? Olaya bir de hikmet nazarıyla bakalım.

Şöyle ki; yaptığı iyiliği Allah’ın rızası dışında başka beklentiler için yapanlar vefadan payını alamazlar. Yani çocuğunu büyütürken, yaşlanınca o da bana baksın niyetiyle değil, Allah’ın bana emaneti şuuruyla hareket etmek, beklentileri en aza indirmek gerekiyor. Yine eşlerin davranışları da bu doğrultuda olursa evlilik daha sağlıklı bir temele oturur. En azından beklenti ne kadar az olursa sonrasındaki hayal kırıklığı da o oranda az olacaktır.

Ahde vefanın canlı örneğine gelecek olursak; Allah Rasulü'nün (s.a.v.) hayatında defalarca şahit olduğumuz bu hususiyet en mükemmel haliyle onun ahlakında bulunuyor. Bizler 1400 yıl öncesine hasretle ve hayıflanarak bakıyor günümüzde böyle bir örneği canlı canlı görememenin ızdırabını duyuyoruz.

Hz. Hatice’ye olan sevgisi malumunuzdur. Ama bu sevgi sadece yaşarken sevgiliye arz edilen bir sevgi sözcüğünden ibaret değil, vefatından sonra da devamlı hatırlayan, özleyen bir portre olarak karşımızda duruyor.

Hz. Aişe anlatıyor:

"Resulullah (s.a.v.) evden çıkıp yürümeye başlayınca hemen Hatice’yi hatırlar, Onu över ve selam gönderirdi. Yine böyle bir gün kıskançlığım tuttu ve şöyle dedim: 'O kadın; sonradan Allah’ın daha iyisini yerine gönderdiği bir ihtiyar değil miydi?' Bu sözüm üzerine Rasulullah (s.a.v.) bana içerledi, kızarak; 'Hayır! Allah’a yemin ederim ki Rab Teâla ondan daha iyisini göndermemiştir bana! İnsanlar inkar ederken, O bana inandı. Herkes beni yalanlarken O doğruladı! Herkes beni çaresiz ve mahrum bırakırken O malıyla beni destekledi, bana sahip çıktı! Allah diğer kadınlardan bana çocuk vermezken, Onun vasıtasıyla beni evlat sahibi yaptı!”

Yine Allah Rasulü (s.a.v.) her kurban kestiğinde, ondan Hz. Hatice’nin dostlarına gönderirdi. Bu davranışı sıradan bir hadise olmaktan uzak, sevgili hatırına, dostlarına bile vefa göstermek gibi bir inceliği barındırmaktadır. Rabbim bu inceliği ve yüce ahlakı bizlere de nasip etsin, ki kurtuluş ancak O’na benzemekle mümkündür…

Selam ve dua ile…

Seher Toprak/Doğruhaber