Başkanlık sistemini rejim sorununa dönüştürmek
Türkiye'de başkanlık sistemi tartışmaları, daha ileri bir boyuta taşınmış durumda. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinden sonra, zaten fiili bir başkanlık sistemi başlamış durumdaydı. Bu fiili durumun alt yapısı olan 'sistemin' oluşturulması ise kaçınılmaz bir hal almaya başladı.
Çünkü mevcut sistem, Cumhurbaşkanlığı makamına haddinden fazla yetki vermiş, ama sorumsuz kılarak büyük bir dengesizlik oluşturmuştur. Yürütmede yetki kullanımı noktasında çift başlılığa sebebiyet vermiş, karar alma ve uygulama süreçlerinde sistem açısından sakıncalı denebilecek sürtüşmeler yaşanmıştır. Hele seçimle gelen bir Cumhurbaşkanının elinin altında bulunan yetkilerini sonuna kadar kullanmasından daha doğal bir şeyin olmadığını da belirtmek lazımdır.
Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlık makamında oturanların farklı siyasi görüşlere sahip olmasının, bundan sonra sistemin kaos üretmekten başka bir işe yaramayacağını belirtmek gerekir. Her zaman, her iki makamda oturanların aynı siyasi görüşte olacağının garantisi olmadığına göre, mevcut haliyle başkanlık sisteminin kendi zeminine oturtulması gerekiyor.
Başkanlık sistemiyle bütün sorunlarımız bitecek midir? Elbette hayır. Sorun cumhuriyet yönetiminde değil, çözüm de başkanlık sistemin de değildir. Sorun halka yaklaşım tarzındadır. 'Güçlülerin hukukunun' geçerli olduğu yönetim biçimlerinden –bu yönetimlerin ismi ne olursa olsun- haksızlıktan, zulümden ve hoşnutsuzluktan başka bir şey beklenemez. 'Hukukun üstünlüğünün' geçerli olduğu sistemlerde ise -adını ne koyarsanız koyun- elbette insanların memnuniyetini göreceksiniz.
Buradaki sorun, sistemin hangi adla çağrılacağı ve sistemin başında kimin bulunacağı sorunu değildir. Esas sorun halka yaklaşım tarzındadır. Eğer halkın hassasiyetleri, özlemleri ve öncelikleri esas amaç ise hangi sistem olursa olsun, fark etmeyecektir. Halkın hassasiyetleri dikkate alınarak çıkarılan kanunlar, halkın özlemleri öncelenerek geliştirilen politikalar ve halkın günlük yaşamını kolaylaştıracak kararlar, hangi sistemde olursa olsun kabul görecektir.
Ama halkını hor gören, halkı güdülmesi gereken sürüler olarak değerlendiren ve halkın ihtiyaçlarını değil de, kendi şahsi kaprislerini ve hastalıklı zihin dünyalarını halka dayatanların hâkim olduğu bir sistemin de halkı memnun etmeyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Yönetim sistemlerinin özel bir tılsımı yoktur ve kendilerinden kaynaklanan bir üstünlükleri de olamaz. Güzel bir sistemin ortaya çıkması, ancak hakkın ve halkın istekleri üstün tutulduğunda görülecektir.
Bu çerçeve de sistem değişikliğini, 'rejim değişecek' numarasına yatanların, dün olduğu gibi bugün de dertlerinin halk olmadığı apaçık ortadadır. Dün halka yönelik atılan her olumlu adım için 'rejim elden gidiyor' numarasını yapanlar, bu gün de halka faydalı olacağına inandıkları her adımı sabote etmeye çalışacaklardır. Dün niyetleri belliydi, bugün atacakları adımları da biliyoruz. 'Benim oyum ile dağdaki çobanın oyu bir mi olacak?' şeklindeki hastalıklı zihn sahiplerinin hangi sistemde olursa olsun, alacakları kararlarında aynı hastalığı taşıyacaklarından şüphe yoktur.
Başkanlık sisteminde alınacak kararlar hakka dayanıyorsa, uygulamalarda hakkaniyet ölçüsü esas etken ise başkanlık sistemini hemen uygulamaya koymak için var gücümüzle çalışalım. Yok, eğer mevcut sistemin bütün arızalarını oraya taşıyacaksak, 'kişilere göre hukuk' sistemini oraya nakledeceksek, yeni bir sisteme gerek yoktur. Hele 'vesayeti' iliklerimize kadar hissettiğimiz '1982 darbe anayasası' yürürlükte olduğu müddetçe, başkanlık sisteminden ben pek umutlu değilim.