• DOLAR 34.447
  • EURO 36.303
  • ALTIN 2837.002
  • ...

Büyük bir ekonomik dar boğazdan geçiyoruz. Hemen herkesin ciddi anlamda olumsuz etkilendiği ve 'bu gidişle nasıl geçinirim' derdine düştüğü zor bir dönemi yaşıyoruz. Orta gelirlilerin yoksulluk sınırına gerilediği, dar gelirlilerin açlıkla pençeleştiği bu zor sürecin, toplumu ciddi anlamda gerdiğini ve çaresiz bıraktığını, yarınlara umutsuz ve endişeli girdiğini görüyoruz.

Hükümetin çözüm arayışları yetersiz kalmakta, geçici tedbirlerin 'bir günlük' bile işe yaramadığını kendileri de artık ciddi bir şekilde fark ettiklerini ve sorunun bir parçası haline geldiklerini üzülerek görüyoruz. İdare makamındakilerin çaresiz görüntüsü ve çözüm bulmadaki şaşkınlıkları toplumu daha da endişeli hale getirmektedir. Devletin kendi eliyle yaptığı astronomik zamları (Elektrik, doğalgaz vb.) görmezden gelerek, piyasanın 'fahiş fiyat' artışından bahsetmesi artık vatandaşa inandırıcı gelmiyor.

Özellikle israf ve rantçılık, birileri tarafından kamuda rutin hale getirilmiş bulunmaktadır. Kamu kaynaklarının pervasızca ve milletin gözünün içine sokulurcasına çarçur edilmesi toplumun güvenini ciddi anlamda sarsmıştır. Bu pervasızlığın bu zor süreçte dahi sürdürülmesi kimi yerlerde çürümüşlüğün ve kokuşmuşluğun vardığı boyutu göstermektedir. İdarenin bu israf ve rant kokuşmuşluğuna karşı çok sert tedbirler, caydırıcı cezalar ve kararlı adımlar atmasını beklerken; müsamahayla kollaması, yanlışları görmezlikten gelmesi ve belki de bu olumsuzluğun bir parçası olma görüntüsü vatandaşın dikkatinden kaçmıyor.

Buna karşılık muhalefet cenahının bu ekonomik gidişata kör sağır kesilerek, hiçbir çözüm ortaya koyamaması toplumu daha da çaresiz hale getirmektedir. Yüksek enflasyonu, hayat pahalılığını ve dar gelirlilerin açlıkla pençeleşmesine çözüm getirmeyi bilmeyenlerin; iktidara geldiklerinde 'ilk iş olarak' İstanbul Sözleşmesini geri getireceklerini haykırmaları, toplumun açlık ve susuzluğundan ziyade 'ifsatlarını' öncelediklerini açıkça söylemiş bulunmaktadırlar.

Çocuğu, aileyi ve geleceği tahrif ve tahrip etmeyi amaç edinmiş olan bu aşağılık sözleşmeyi tekrar yürürlüğe koymayı vaat etmek akıl kârı değildir. Zinanın serbest sayıldığı, gayrı meşru birlikteliğin teşvik edildiği, ahlaksızlığın ve iffetsizliğin özendirildiği, ailenin ise yok edilmeye çalışıldığı bu sözleşmenin 'ilk iş olarak belirtilmesi' muhalefetin geliş amacının vahametini ortaya koymaktadır.

İnsanların açlık, geçim derdi, çocuğunun eğitimi ve geleceğini düşünürken, muhalefetin bütün bunların üstüne sadece 'ifsadı' vaat ediyor olması; vizyonlarını, hassasiyetlerini ve önceliklerini ortaya koyması açısından dehşet vericidir. Toplumun bu dar boğazda, bu 'ifsada' mahkûm edilmek istenmesi, sorunun yerel boyutuyla beraber uluslar arası boyutunu da gözler önüne sermektedir. Yoksa muhalefetin bu çözümsüzlük girdabında, bir de İstanbul sözleşmesini dayatmasını nasıl izah edeceğiz?

İstanbul Sözleşmesi, diğer bütün batıdan ithal edilmiş projeler gibi bir ifsat ve yıkım projesidir. Batıda çoktan yok edilmiş olan ailenin, bizde de daha çabuk yok edilmesi için uygulamaya konulmuş bir tahribat projesidir. Toplumda ailesiz, nikâhsız, cinsiyetsiz bir iğrençlik hedeflenmektedir. Bu söylediğimiz olumsuzluklar ve daha fazlası bu sözleşmenin ana hedefidir. 'Kadın hakları' soslu bir takım cümlelerin içinde yer alması sakın hiç kimseyi kandırmasın.

Vicdan sahibi idarecilerle, kısa sürede geçim sıkıntısına, hayat pahalılığına ve ekonomik krize çözüm bulunabilir. Ancak iffetsizliğe, ahlaki çürümüşlüğe ve toplumsal kokuşmuşluğa kısa sürede çözüm bulmak hiç de kolay değildir.