• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Adalet Bakanı zehir zemberek bir açıklama yaparak, yargı sisteminin varmış olduğu çıkmaz hakkında adeta isyan etti. Bu açıklamayla 'Adalet sisteminin' hazin bir şekilde çöküşünün feryadını gördük. Adalet Bakanını feryat ettirecek kadar 'çürümüş bir sistem' haline gelmiş bu yargı mekanizması; sıradan insanların işleri buraya düştüğünde karşı karşıya kaldığı adaletsizlik girdabının boyutunu varın siz düşünün.

'Tahliye listesi ve Tutuklama listesi' ifadelerini kullanarak işin vardığı dehşet noktasını bize gösterdi. Birileri tahliye listeleri göndererek/yayınlayarak, içeriden bazılarının hemen bırakılmasını istemektedir. Başkaları da tutuklama listeleri yayınlayarak adeta ahkâm kesmekte, kendilerini hâkim ve savcı olarak görmekte, hüküm keserek hemen infaza başlamaktadır. Gücü olan herkesin kendini hukukun üstünde görmek gibi hazin ve ibretlik bir dönemin içindeyiz.

Hele sosyal medyanın ve diğer basın organlarının bir konu/olay hakkında önceden ve tek taraflı bir şekilde hüküm vermesi, işi iyice çığırından çıkardı. Mahkemelerin sosyal medyanın tepkisine göre karar değiştiriyor olması ise 'adalet kavramının' içerisine düşürüldüğü acziyeti göstermesi açısından dehşet vericidir. Hukukun gücü, yetkisi ve kararlılığı eğer sosyal medyanın, bir takım grupların veya bireylerin isteklerini gerçekleştirme, kapris ve saplantılarını yerine getirme aracına dönüştürülmüşse bunun adı adalet sistemi değil 'zulüm sistemi' olur.

Daha önceleri 28 Şubat yargısı, ulusalcı, sol-sosyalist ve karanlık mihrakların beslediği basın yayının direktif ve yönlendirmelerini yerine getirmekle kendini mükellef sayıyordu. Bu dönemde dindar insanların uğramadığı hukuksuzluk, hiçbir kanuni gerekçesi olmadığı halde çekmediği ceza kalmadı. Sonra FETÖ yargısı ortaya çıktı. Bu örgütün basın yayın organlarında, canlı yayınlar eşliğinde insanlar derdest edilir, karalama kampanyalarıyla algılar oluşturulur ve FETÖ yargısı eliyle cezalar kesilirdi.

Şimdi aynı hazin süreci tekrar yaşamak gibi bir acı sonuçla karşı karşıyayız. Bu yüzyılda 'adalet sistemindeki' bu çürümüşlük hiçte hayra alamet değildir. Eğer adalet çöküşe geçmiş ise aslında toplumsal çöküş de çoktan başlamış demektir. Hukuksuzluk toplumsal çöküşün en büyük sebebidir. Çünkü Hakkın olmadığı yerde mutlaka zulüm vardır. 'Zulüm ile abad olunmaz' demişler atalarımız.

Adamına göre yargı, adamına göre karar diye bir algı oluşmuşsa bu sorumluluktan kimse kaçamaz. Eğer kişilerin çıkar ve saplantılı istekleri, hukukun üstünlüğünün önüne geçmişse büyük bir kaosun yakamıza yapıştığını artık bilmemiz gerekmektedir. Şayet bu vakalar, sepetteki çürük elmalar misali tek tük şeklinde ise ve şimdiye kadar gerekli tedbir ve cesur kararlarla bertaraf edilmemişse büyük bir yönetim zafiyeti ile karşı karşıyayız.

Yok, eğer sepetteki bütün elmaların çürümesi gibi hemen her tarafa yayılmış bir kokuşmuşluk söz konusu ise toplumsal bir felaketin eşiğindeyiz demektir. Birilerinin hiçbir endişe duymadan ve herhangi bir korkuya kapılmadan kendini hâkim ve savcı yerine koyup nizamat vermeye kalkışması toplumsal çürümüşlüğün net ifadesidir. Yoksa mahkemelere rağmen 'tahliye ve tutuklama listeleri' yayınlamanın başka nasıl açıklaması olabilir ki.

Hukuk herkese lazımdır. Hukukun üstünlüğü herkes için gereklidir. Adalet sisteminin 'HAKK' üzerine inşa edilmesi yetkili olanların üzerinde farzdır. Aksi takdirde her hukuksuzluk, her hak kaybı ve yerini bulmayan adaletsiz karar ve uygulamalar yöneticilerin boyunlarına bir vebal belgesi olarak geçecektir. Adalette reform mu, hemen şimdi...