• DOLAR 34.505
  • EURO 36.543
  • ALTIN 2914.717
  • ...

Peygamber Efendimiz, Mekke'nin fethini çok arzuluyordu. Bunun için hazırlıklar yapıyordu. Beytullah yani Allah'ın evi burada bulunmaktaydı. Müslümanlar oraya yönelerek namaz kılıyorlardı. Buranın fethi gerekliydi, bu fetih ile Peygamber efendimizin önderliğindeki İslam devleti, ikinci bir şehir ile güçlenecek ve Arabistan'ın merkezi konumundaki bu belde emin ellerde, yeni misyonunu icra edecekti.

Mekke ekâbirleri, Peygamber Efendimizin tebliğine kulağını tıkamış, hatta O'nun canına kast edecek kadar azgınlaşmışlar ve Peygamber efendimizi oradan hicret etmek zorunda bırakmışlardı. Yani bu güzel belde, azgın ve inatçı müşriklerin mekânı haline gelmişti. İslam'a ve Peygamber Efendimize yönelik her türlü fitnenin tezgâhlandığı, zulmün, batılın ve şirkin en çirkin şekilde vücut bulduğu bir şer yuvası haline gelmişti.

İşte buranın asli hüviyetine kavuşturulması için, fethedilmesi gerekiyordu. Yani içindeki inatçı müşrikler bertaraf edilecek, onların eliyle işlenen zulüm ve haksızlıklara son verilecekti. Batıl inanç ve şirk inanışının çirkinliğini insanlar fark edecek, fıtrata uygun tevhidin güzelliğini kavrayacak ve adaletin şaşmaz terazisinin burada tam anlamıyla hâkim kılınması sağlanacaktı. İşte Mekke fethedilerek, tıpkı Medine'de olduğu gibi İslam'ın azizliği ve adaleti burada da ortaya çıktı.

Bu ruh ve bilinçle, 1381 yıl önce Diyarbakır (Amed) Müslümanlar tarafından fethedilmiştir. Yüzyıllarca buralarda gâh Bizans, gâh Sasaniler tarafından işlenen katliamlar, talanlar ve zulümler son bulmuştur. İslam adaleti buralara hâkim olmuş, İslam ümmetinin 5. Harem-i Şerifi olarak nitelendirilmiştir. O gün bugündür, İslam beldesi olarak asıl hüviyetini koruya gelmiştir.

Diyarbakır'ın fethi ile Anadolu ve Kafkasya'nın fethedilme süreci de başlamıştır. Müslümanların, insanları tevhide çağıran tebliğleri öylesine yankı bulmuştur ki, çok kısa denebilecek sürelerde Anadolu'nun birçok şehri tevhid sancağı altına girmeyi büyük bir istekle kabul etmiştir. Mekke'nin fethi nasıl bütün Arabistan'ın İslam yurdu haline gelmesine bir vesile olmuşsa; Diyarbakır'ın fethi de bütün bir Anadolu'nun ve Kafkasya'nın fethedilmesine vesile olmuştur.

Aynı ruh ile Müslümanlar; 567 yıl önce İstanbul'u fethederek, zulmün ve karanlığın yuvası haline gelmiş olan bu beldeyi, tevhid sancağının dalgalandığı ve adaletin hüküm sürdüğü 'İslambol' haline getirmişlerdir. Bu fetih ruhu iledir ki, Balkanlar ve bütün Avrupa'ya İslam'ın gür sedası ulaşmış, insanlar tevhid inancının hakikatini fark etmişlerdi.

Bu ruh muhafaza edildiği sürece fetihler peşi sıra gelmiş, insanlar ırk, dil ve renk ayırımı olmaksızın tevhid sancağı altında birleşme izzet ve şerefini elde etmişlerdir. Tevhid inancının onlara vermiş olduğu onur ve izzet ile yüzyıllarca üç kıtada hüküm sürmüşlerdir. İnsanların hidayetine vesile olmuşlar, buraları kendilerine yakışır bir şekilde imar etmişler ve İslam medeniyetinin inşa edilme sürecinin asli unsurları haline gelmişlerdir.

Ne zaman ki, Müslümanlar; fetih ruhunu kaybettiler ve tevhid inancını tebliğ etme izzet ve onuru yitirdiler; fethedilen beldeler birer birer kaybedilmeye başlandı. Zulüm ve kaos bu beldelerin günlük yaşantısı haline geldi. İşgal ve katliamlar İslam beldelerinin kaderi oldu.

Tevhid inanç ve bilinciyle oluşan fetih ruhu; Diyarbakır'ın fethiyle bütün bir Anadolu'yu İslam medeniyetinin merkezi haline getirmiştir. İstanbul'un fethi ile çağ açıp çağ kapatmış ve bütün Avrupa'nın İslam'ın gür sedasına muhatap olmasını sağlamıştır. Ama bu ruhun yitirilmesiyle; aile kurumunun tümden ortadan kaldırılması ve bir daha fetih ruhu ortaya çıkmasın diye planlanan 'İstanbul Sözleşmesi' gibi bir imha kararı kabul edilmiş ve hemen uygulamaya konulmuştur.