Bu toplumun bir duruşu olmayacak mı?
Yaşadığımız bu son yüzyılda ne kadar da savrulduk. Hafızamızı yitirdik. Geçmişimizi unuttuk. Sahip olduğumuz değerlerimizi bir bir terk ettik. Kültür ve geleneklerimizden utanır olduk. 'bütün insanlığın kurtuluş reçetesi olan' dinimizin emir ve yasaklarını, görmezden geldik, gereği gibi yaşayamadığımız için de; bu karanlık asırda savruldukça savrulduk. Ama artık savrulmuyoruz, yok oluyoruz...
Sahip olduğumuz medeniyet değerlerimizi, koruyamadığımız için şimdi başkalarının bize dayattığı 'değerleri!' yaşamak zorunda kalıyoruz. Başkalarının değerleri de, bizim inanç, örf ve adetlerimizle bağdaşmamaktadır. Değerlerimizden uzaklaştıkça, kimliğimizden/benliğimizden uzaklaşıyoruz. Değerlerimizden uzaklaştıkça, başkalarının/ecnebilerin adet ve uygulamalarına dört elle sarılıyoruz.
İnanç bir tolumun kimliğini oluşturmaktadır. İnancı, toplumların hayatından çekip aldığınızda, aslında kimliğinden, benliğinden ve köklü geçmişinden tümden koparıyorsunuz demektir. Batılılaşma sevdamız başladığından beri, kimliğimizden de uzaklaştıkça uzaklaşmışız. Kimliğimiz/inancımız elden gidince/götürülünce de başka kimlikler/inançlar/düşünceler bizi kuşatmaya başladı. Ve yerli taşeronlar eliyle de, bu kuşatma büyük bir yangına dönüştürülerek değer yargılarımızın/inancımızın tamamının içinde yakıldığı bir lanetli girdaba çevrildi.
Kökünden koparılan toplum ve bireylerimiz, başkalarının açık saldırı hedefi haline geldi. İnancından, geleneklerinden ve medeniyet değerlerinden utanır hale getirilen toplum savunmasız bir şekilde, dışarıdan gelen/getirilen her şeye kayıtsız şartsız teslim olma ve büyük bir eziklik içerisinde onu kabullenme çaresizliği içerisinde kaldı. Bu çaresizlik içerisinde kendisine dayatılan bütün iğrençlikleri, kendi değer yargısına uyup uymadığına bakmaksızın, papağan gibi taklit etmeye başladı.
Medeniyet değerlerinden koparılmış, inancından utanır hale getirilmiş ve karşı koyma azim ve kararlılığını yitirmiş bir toplum; kolu kanadı kırılmış bir kuş gibi savunmasız bir şekilde çırpınmaya ve can çekişmeye devam ediyor. Bu çırpınmalar ne zamana kadar sürecek ve can çekişme sahnesi çok daha uzayacak mı? Bilmiyoruz. Ancak bildiğimiz bir şey var; medeniyet iddiamızdan gittikçe uzaklaşıyoruz.
'Kara Cuma'ların Efsane Cuma veya Muhteşem Cumaya dönüştürüldüğü bir aymazlık sürecinde; gözü, para kazanma hırsı bürümüş bir azgın azınlığın değerlerimizi ne kadar da ayaklar altına aldıklarını 'muhteşem bir bilinçsizlik' ile izliyoruz. Bu rezil saldırıları, anlamayacak kadar ruhsuzlaştırılmışsak, toplum olarak çöküşümüz hızlanmış demektir. Değerlerimize yönelik saldırılar sistematik bir şekilde ve adım adım gerçekleştirilmeye devam ediliyor. Esas hazin olan ise, bu acı sonumuzu anlamayacak kadar kimliğimizden/benliğimizden savrulmuş olmamızdır.
'Kara Cumartesi'(Yahudilerin kutsal günü) veya 'Kara Pazar' (Hıristiyanların kutsal günü) denilmiyor da; Müslümanların kutsal gününe 'Kara Cuma' denilmesinin ve bizlerin de çok bilinçsizce içerisine dalıp çılgın alışveriş hezeyanlarına dönüştürdüğümüz 'bu hinliği' ne zaman fark edeceğiz? Kendi paramızla, belki de ihtiyaç olmadığı halde; onların alçakça saldırı konseptine nasıl ve niçin dahil olacağız?
Kapitalizmin, bir vahşi sömürü aracı olan bu tür 'oluşturulmuş günlerin' kutsal değerlerimizin de hedefe oturtulduğu bir çifte kazanç zeminine dönüştürülmesini, bu iletişim çağında da anlayamıyorsak; düşünce ve tasavvurda çoktan ölmüşüz demektir. Düşünemeyecek bir toplum ve akıl etmeyecek insanlar haline gelmişsek/getirilmişsek varlığımız ile yokluğumuz arasında bir fark da kalmamıştır.