Kürt halkının bakirliğine iştahlanan kirli zihniyetler
Bakirlik (Yaratılışın mahrem eli değmemiş saflığı, fıtrat) her zaman şeytani niyetlilerin hedef tahtası olmuş; tahrip ve ifsada dönük faaliyetler, safvetini kaybetmemiş böylesi hürmetleri çiğneme noktasında daha hevesli artmıştır.
Moğol saldırıları, haçlı seferleri, coğrafi keşiflerle ivme kazanan sömürgecilik gözünü sürekli fıtratın tabiiliği eksenli hareket eden toplumların maddi ve manevi bakirliğine dikmiş. Emperyalist vahşet; iştahını değerlerine, kültürüne, inancına yapaylığın dokunup bozamadığı milletlerin doğal seyrine dadanmakla kabartmış.
Toplumsal bakirliğe aleni bir kudurganlıkla yönelemeyen emperyalist kirlenmişlik, fıtratın özünden güzelliğini alan toplumları “ töre, modernizm, demokrasi, eşitlik, serbest dolaşım, mal edinme kolaylığı...” gibi alayişli/yaldızlı kelimelerin ve süslenip püslenmiş kavramların arkasına sığınarak yıpratmaya çalışmış. Böylesi aldatmacaları toplumlara sunulan artı kazanımlar gibi göstererek doğallığa müdahale etmiş.
Ağa keyfine göre de toplumlar üzerinde sosyal mühendisliğe soyunmuş, bu mühendisliğin arka cephesindeki bilenmiş vampir dişleri fark eden coğrafyaları da işgal ederek maddi ve manevi bakirliğe hadsiz bir fahişlikle dokunmuştur.
Bakir bir toplum olarak fıtri doğallığını muhafaza eden toplumlardan “Ümmetin yetimleri” olma liyakatini fazlasıyla elde eden Kürtler de bu sosyal mühendislerin(!) projelerine konu olmuş. Her bir dokunuş, topluma -Kürt halkına rağmen- kendi şeklini verme eksenli olmuş; kimse bu kanayan coğrafyanın yarasına merhem olmayı, acısını paylaşmayı, sorunlarının çözümüne halkı özne kılmayı düşünmemiş.
Kürt halkının etkenliği edilgen bir pasifliğe indirgenmiş, örtülü özneler halinde Kürt halkından başka herkes onun adına ahkam kesmiştir.
Birileri “Kürtlerin de diğer milletler gibi özgür olma hakkı vardır, biz de o özgürlüğün savunucularıyız!” derken aslında ümmet olma izzetiyle kendi ayakları üzerinde durmayı Mevlana Halid-i Şehrezori, Bediüzzaman, Şeyh Said`lerden miras alan bu halkı, “ulus” indirgenmesiyle minimize ederek emperyalistlerin ayakları altına halı olarak serme aşağılığına soyunmuştur.
Bir başkaları, Kürtlerin sorunlarını her dillendirmesinde, her topluma verilmiş İlahi bir ayet olan diliyle yaşama, kendini ifade etme, eğitim görme talebinde bunu “bölücülük” olarak yorumlamış; ajite unsurlarla olayı bir Türk-Kürt çatışması gösterme dönekliğine prim vermiş. Pansuman tarzı bazı geçici iyileştirmeleri de büyük bir hak sunumu sayarak politik bir minnet içinde “ Kardeşlik” edebiyatına soyunmuştur.
Kardeşlik, işteş bir eylemdir. Beklenti, tek taraflı olursa bu kardeşlik değildir. Eğer, kardeşlerden biri diğerinin provake olmamasını istiyorsa kendisi de kardeşinin en doğal haklarını kabul etmeyi bir külfet - hele de yıkıcı talepler- olarak görmemelidir.
Kültürel aktiviteler adı altında başka birileri de Kürt halkının töre kaynaklı çok istisna eksikliklerini şişirilmiş bir balon misali abartarak bu halkın değerlerine sahip çıkmasını “ töre vahşeti, eğitimsizlik, medenileşmeme” olarak göstermiş.
Bol parsalı senaryolarla tarihe izzetle, şerefle, İslam`a bağlılığıyla, Selahaddin-i Eyyübi gibi tarihi övünçlerle mal olmuş Kürt halkını “Tek Türkiye”ler, “ Güneşi Gördüm”ler, “ Sakarya- Fırat”lar, “ Newyork`ta Beş Minare”lerle dizayn etmeye çalışmaktadır.
Gören gözlerönünde cereyan eden bir Peygamber Sevdası`na milyonlar katılımıyla ev sahipliği yapan Kürt halkı, maddi ve manevi bakirliğini azadelik teraneleri, kardeşlik demagojileri, politik manevraları, sanatsal etkinlikleriyle kirletmeye çalışanları tanımaktadır.
Ümmete bağlılığı bir şeref sayan bu halkı ulusalcılık ve kuru teslimiyetçilik içinde avlamaya çalışanlar, ne kadar yanıldıklarını ve yanlışa oynadıklarını bilmelidirler.