• DOLAR 34.652
  • EURO 36.464
  • ALTIN 2920.022
  • ...

Malum güruh, Hizbullah tahliyelerini gördü. Kimse tahliye edilenlerin içinde onlarca sol görüşlüyü, Pkk tutuklusunu ve her türlü çirkefe adres olacak adli tutukluyu görmedi/görmek istemedi. Aileleriyle henüz hasret gidermeden, ayakları henüz toprağı hissetmeden koparılan yaygaralar, Hizbullah tahliyecileri için ortadan çekilmeyi zorunlu kıldı.

 

Bu mecburi hicretin akabinde ortalık toz duman bir hal aldı. Kabile anlayışıyla işleyen yasalarda bile görülmemiş bir barbarlık içinde tahliyecilerin aileleri, yakınları, tanıyanları, sevenleri, düşünsel noktada aynı endişeleri paylaşan STK`lar, sürekli yayın yapan gazete ve dergiler suçlu(!) ilan edildi. Çok ince planlar(!) ve delillendirilmiş istihbaratlar(!) neticesinde evler, işyerleri, dernekler hak bilmezlik ve hasmane tavırlar içinde basıldı.

 

Gözaltılarda Nasreddin Hoca ve Temel/Dursun fıkralarını gölgede bırakacak komiklikler, şaşkınlıklar yaşandı. Canlı/cansız her şey örgüt üyesi ilan edildi. Hz. İbrahim, Celal Ağa Oteli, Camış… Ve benzerlerinin örgüt bağlantısı didik didik edildi.

 

Bir türlü hicret yoluna koyulan tahliyeciler bulunamadı. Mağdur olanlar da bilmiyordu. Öyle ki yılların buluşma özlemi hala içlerinde olduğu halde tahliyecileri yurt dışına gönderenler oldular(!), onlara yer verenler ilan edildiler(!) Onlarca filme senaryo olabilecek nitelikte mazlum kareler, İlahi kayıt altına alındı.

 

Günler, geçtikçe hem köşe bucak tahliyecileri arayan güvenlikçileri(!), hem de sevenlerini bir meraktır almıştı. Acaba neredeler? Ne haldeler? Derken birkaç gün önce haber sitelerinde bir mektup yayımlandı.

 

Muhterem Edip Gümüş`ün kaleme aldığı satırlar, meraklı bekleyişleri gidermişti. Dava kardeşleriyle bir hasbihal niteliği taşıyan mektup, aynı zamanda Hizbullah tahliyecilerinin selamet halinin arzıydı. Duygularını doğal ve İslami kimliğiyle örtüşür bir sadelik, anlaşılır bir açıklık içinde ifade etmişti, Muhterem Edip Gümüş.

 

Az sözle çok mananın yüklendiği satırlar, bir yönüyle on yıllık bir sindirme politikasını deşifre ederken bir yönüyle hicretliğin lüzumuna değinmekteydi. Başka bir cephede ise derli toplu bir şahsiyetin üslubuna tercüman beklentiler içermekteydi: Şükür, tevekkül, tevazu, takdire razılık, kardeşlik hukuku, amelde devamlılık…

 

Gören gözler, mektup okuyorlardı. Kendine göre gördüren ve gösteren gözler ise Bektaşi misali sözün önünü ve sonunu kırpıp niyet okuyuculuğuna soyundular, tez elden. Umuda, selamete, sabra çağıran satırlar, malum medyanın ve işgüzar bir anlayışın elinde siyasi bir mülahazaya dönmüştü.

 

Nasırlarına basılınca ciyak ciyak hukuk/adalet havarisi kesilenler, ciddi mağduriyetler yaşamış ve hak ihlalleriyle insanlık dışı muameleler görmüş asıl mağdurlara gelince üç maymunları oynamaktan geri durmadı/durmuyorlar.

 

Büyüklerimiz anlatırdı: adamın biri bir yalan atmış, yalanı işlevsellik kazanınca kendisi de yalanına inanıvermiş. Bu bize hayal ürünü bir anlatım gibiydi.

 

Lakin hayatın gerçekliğinde şer ve ifsad cephesinin icraatları(!) kendi yalanlarına “ İddialara göre” uyanıklığı içinde inanan nicelerine bizi şahit eyledi. Siz, olayları kendinize göre görmeye ve göstermeye devam edin!

 

Niyeti samimiyetiyle örtüşen; sözleri davranışlarıyla mutabık Muhterem Edip Gümüş ve onun gibiler adil şahitliği çift yönlü yapıyorlar: kendi kimliklerinin doğruluğu ve yalancıların yalancılığınadır, bu şahitlik.