İslâm`da dünya siyaseti ve uluslar arasi ilişkilere bir bakiş
Rumlar Yenildi… Mağlubiyetten Sonra Galip Gelecekler… İşte O Gün Müslümanlar Sevinecektir.
Bu ifadeler Rum suresinin ilk ayetlerinde geçen ifadelerin bir kısmıdır. Rum suresinde şöyle buyurulmaktadır: "Elif. Lam. Mim. Rumlar (Arap yarım adasına) yakın bir yerde mağlup oldular. Ancak bu mağlubiyetten birkaç yıl sonra (Perslere) galip geleceklerdir. Önce de sonra da emir Allah'ındır. O gün Allah'ın (Rumlara) zafer vermesiyle Mü'minler sevinecektir. Allah dilediğine yardım eder. O mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir." (Rum 1-5) Bilindiği gibi, Ehl-i Kitap olan Rumlar (Bizans) Mecusi ve putperest olan Farslara (Persler) mağlup olmuşlardı. Bunun üzerine Mekke müşrikleri sevinmiş ve Müslümanlara şöyle diyorlardı: "Putperest Persler Ehl-i Kitap olan Rumlara galip geldiği gibi biz de size galip geleceğiz." Putperestlerin Eh-i Kitaba galip gelmesi Müslümanları da üzmüştü ki sonradan Rumların Perslere galip gelmesine sevinmişlerdi. Bu ayetlerde Müslümanların iki kâfir gruptan kendilerine daha yakın olan Ehl-i Kitaptan Rumların galip gelmesine sevinmeleri bizlere şunu göstermektedir ki; Müslümanlar içinde bulundukları siyasi ortamdan kendilerini soyutlayamaz ve gerek yaşadığı ülkede, gerek dünyada cereyan eden siyasi olaylara karşı duyarsız olamazlar. Hatta şartlara göre İki kâfir grup arasında tercih yapmaları gerektiğinde bu durumda -kâfir olsa bile- bir grubu tercih edebilirler. Müslümanların İslami yönetimin olmadığı bir sistemde siyasete girmeleri veya ülke yönetimine gelecek gruplar arasında Müslümanlara en yakın, en faydalı olan gruba oy vermeleri de bu ayetler bağlamında görülebilir. Zira ayette belirtildiği gibi Müslümanların kâfir olan Rumların galip gelmesini istemeleri ve buna sevinmeleri bir nevi onlara taraf ve destek oldukları anlamındadır. İslâm böyle bir desteğin olmasına cevaz veriyorsa İslâm'ın faydası için siyasete girmenin ve siyasi gruplara destek vermenin de önünü açıyor demektir. Ancak İslâm adına yapılan siyaset sınırsız ve ölçüsüz olmamalı, belli bazı kriter ve şartlara tabi olmalıdır. Dolaysıyla Tekfirci akımın savunduğu gibi bu mesele iman küfür bağlamında değerlendirilecek bir konu olmayıp İslam'ın siyaset fıkhı bağlamında değerlendirilmesi ve sınırlarının belirlenmesi gereken bir konudur. Bu konunun tekfir konusu yapılması kendi içinde çelişki barındırmaktadır. Zira tekfir inanç boyutuyla alakalı olup bu konu ise tamamen siyaset fıkhıyla alakalıdır.
Bununla beraber Allah Teâla'nın bir sureye dönemin dünya siyasetinin önemli gücü olan Rum İmparatorluğunun adını vermesi ve o dönemde dünyanın iki süper gücü olan Persler ve Rumlar arasında cereyan eden siyasi olaylara Kur'ân'da yer vermesi ve bu olayda Müslümanların taraf olduğunu belirtmesi elbette ki manidardır. İslâm'ın siyasetle alakası olmadığının ve İslâm'ın siyasete karışmaması gerektiği tezini çürüten en önemli kanıttır. İslâm kıyamete kadar bütün insanlığa gönderilmiş evrensel bir din olduğu için öngördüğü hedef bütün dünyaya ve bütün insanlığa liderlik edip bütün dünyada barış ve huzuru sağlamaktır. Dolaysıyla böyle bir din olan İslâm'ın dünya siyasetine müdahil olmaması, bu yönde söyleyecek bir sözünün olmaması ve bu dine mensup olan Müslümanların dünya siyasetine duyarsız kalmaları mümkün değildir.