• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

İslam duygulara göre şekillenen bir din olmasa da özünde duygu olan bir dindir. İslam'da duygunun olmadığı bir din anlayışı söz konusu değildir. Ancak İslam'ın duyguya bakış açısıyla ilgili ifrat ve tefrite kaçan iki yaklaşım bulunmaktadır. Bunlardan birincisi İslam`ı kalbe hapsedip sadece duygudan ibaret bir din olarak görüp o şekilde takdim eden yaklaşımdır. Buna karşılık diğer yaklaşım ise İslam`ı duygudan uzak zahiri hüküm ve kurallardan ibaret bir din olarak görmektedir. Bu yazıda daha çok ikinci yaklaşım üzerinde durmak istiyorum. Hakikatte İslam ne sadece duygudan ibarettir ne de duyguya yer vermeyen bir dindir. Esasında İslam dininin temeli olan imanın kendisi de bir duygudur. Zira iman akıl ile Allah'ı bilmekten öteye, ona duygunun yeri olan kalp ile inanmaktır. Bilginin yeri akıl, imanın yeri ise kalptir. Allah Teâla inanmayanlardan bahsederken sürekli kalpleri üzerinde bir kilit olduğundan dolayı tedebbür etmediklerini, (Muhammed/24) akıllarından ziyade kalplerinin hastalıklı olduğunu (Bakara/10) ve kalpleri olduğu halde kalpleriyle düşünmediklerini (Araf/179) dile getirir. Allah'ı ve Peygamberini sevmek de duygu ve kalp işidir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) "Beni kendisinden, ailesinden ve herkesten daha çok sevmedikçe iman etmiş olamazsınız" (Buhari/15) diye buyurarak imanın Peygamber Efendimiz`e (S.A.V) yönelik duygusal bir bağ olmadan gerçekleşemeyeceğini ortaya koymuştur. Peygamber Efendimiz'in (S.A.V) yaşantısında da duygunun önemini, onun dağlara ağaçlara bile duygusal bir yakınlık atfettiğini görmekteyiz. Peygamber Efendimiz'in (S.A.V) minber üzerinde hutbe vermeye başlamasıyla önceden üzerinde hutbe verdiği ağacın ağlayıp inlemesi üzerine Peygamberin onu teskin etmeye çalışması, (Buhari/1469) Uhut dağıyla ilgili "Uhut dağı, bizi sever, biz de onu severiz" (Müslim) demesi bunun başlıca örnekleridir.

İlk Müslümanlar sadece akıllarıyla kabul ettikleri kurallar ile değil, taşıdıkları imani duygu sayesinde sahip oldukları her şeyi feda ederek üstün bir fedakarlık ve vefakarlık örneği sergilemişlerdir. Peygamber Efendimiz'in (S.A.V) Medine'de tesis ettiği kardeşlik de aynı şekilde görev gereği kurulan bir bağdan öteye duygusal bir bağdır. Peygamber'e duygusal bir bağ ile bağlanan sahabeler onun bedeninden çıkan şeylere bile değer atfederken, duygusuz bir din anlayışını savunanlar Peygamberi sadece kuralcı bir şekilde takip edip onun yaptıklarını birebir yapmaya çalışırlar. Ancak ona karşı duygusal bir bağ kurup Onun hatıralarını anmayı gerekli görmez hatta Onu doğduğu günde methedip anmayı bile dine aykırı görürler. Bir diğer taraftan duygusuz bir din anlayışına sahip olanlar İslami mücadeleyi yerine getirilmesi gereken rutin bir görev olarak algılayıp Müslüman kardeşlerle kurulan duygusal bağları, ahde vefayı ve insana değer vermeyi önemsiz ve göreve aykırı görerek kuralcı bir yaklaşımla Müslüman kardeşleriyle muamele ederler.

 Dolaysıyla Müslümanlar olarak gerek İslami anlayışımızda gerek yaptığımız İslami çalışmalarda gerek Müslüman kardeşlerimizle kurduğumuz ilişkilerde duyguya ve duygusal bağa ciddi anlamda ihtiyacımız bulunmaktadır. Zira İslam'ı sadece hüküm ve kurallardan ibaret görüp duyguyu ihmal etmek ruhsuz, katı, yüzeysel ve kuralcı bir İslam anlayışı meydana getirmektedir. Duygunun olmadığı bir İslam anlayışında ise sevgi, merhamet, vefakarlık ve fedakarlığın olması da mümkün değildir.