• DOLAR 34.678
  • EURO 36.232
  • ALTIN 3013.071
  • ...

Nagehan Alçı (Habertürk):

“CHP ve diğerleri ise bambaşka bir söylemle bu ittifakın karşısına çıkmak yerine Cumhurbaşkanı Erdoğan ile “milliyetçilik yarışı”na girmeye kalkıyorlar. Ve her seferinde millet nezdinde yeniliyorlar. İşte, ne zamandır hem CHP`nin hem ulusalcıların propagandasını yapmaya kalktığı “Erdoğan döneminde Ege`deki adalarımızı Yunanlılar işgal etti. Nerede milliyetçilik? Hadi o adaları almak için mertsen Yunanistan`a savaş aç Erdoğan!” söylemi tam da böyle bir yenilgi psikozunu ifade eden bir söylem...

Toplumda böyle numaraların hiç karşılığı yok. Bir zerre etki yaratmayan kara propaganda diskurları bunlar. Tamamen söylenmek için söylenmiş ve Erdoğan`a en ufak zarar veremeyen, boş bir hamaset bu.

Üstelik milletin büyük çoğunluğu bu türden kara propagandaları yapanların yazları Yunan adalarına gidip “Ah iyi ki bu adalar Yunanlılarda kaldı, yoksa bizim Türkler buraları mahvederlerdi. Badem bıyıklı adamlar, başı bağlı kadınlar doldururdu adaları” deyip kahkaha attığını çok iyi biliyor.”

Çok iyi noktalara temas etmiş Nagehan Alçı.

Asıl olan “çok kültürlü” bir toplumda buna uygun bir dil kullanmaktır. Bir kültürü esas alıp diğerlerini görmezden gelmek “fay hatlarında” derin yarıklara ve zamanı belirsiz sarsıntılara neden olabilir. Hükümet eğer böyle bir “yanlışa” tevessül ediyorsa asıl olan “daha büyük bir yanlışla” puan kazanmaya çalışmak değil, ısrarla doğruda durmak ve doğruya çağırmaktır.

Tabii burada HüdaPar`ın “Önce insan, öncelik adalet” söylemi daha bir değer kazanıyor.

Doğruya doğru, yanlışa yanlış!

Bu arada Alçı`nın “Yunan adalarına” gidenlerin söyledikleri ile ilgili cümlelerinin önemli olduğunu çünkü tümüyle “içerden” bilgilere ve gözleme dayandığını belirtmek istiyorum.

 

Doğu Perinçek (Aydınlık):

“YeniÇağ gazetesi, küçük grupların 5 Şubat 2018 günü Çin Başkonsolosluğu önündeki gösterilerini hararetle destekliyor. Polis müdahale etmiş ve arbede çıkmış. Pankartta “Yaşasın Tam Bağımsız Türkistan” yazıyor.

Gösterinin nedeni, “5 Şubat 1997`de meydana gelen Gulca katliamında hayatını kaybeden 200 Uygur Türkü için” Çin Halk Cumhuriyeti`ni protesto etmek imiş. Yürüyüş, Doğu Türkistan STK Birliği`nin çağrısıyla yapılmış. (…)

Bu arada “Türkçü” olduğunu iddia eden bir takım çevreler de, kampanya başlattılar. Sinciang-Uygur Özerk Bölgesinde camiler yıkılıyormuş. Kadınların başörtüsü örtmesi ve erkeklerin bıyık bırakması yasaklanmış. Çocuklara Muhammed ismi ve İslam isimleri konması yasaklanmış. Cenazeye 15 kişiden fazla kişinin katılması kesinlikle yasakmış. (…)

Araştırarak ve bilerek söylüyorum. Bu haberler yalan! (…)

Camileri gezdik, insanlar ibadetlerini yapıyor. Son gidişimizde ve daha önce köylere gittim, Uygur evlerini ziyaret ettim. İnsanlar yerel giysilerini giyiyor, kadınların çoğu başörtülü. Muhammed adlı, Ömer adlı, Ali adlı, Hatice adlı, Fatma adlı birçok Uygur tanıdım. Çoğu yönetici. (…)

Bugünün dünyasında Çin ve Rusya düşmanlığıyla yapılan iş, Turancılık falan değil, Amerikancılıktır.

ABD`nin güdümündeki sözde Turancılık, Turancılık değil fakat Türkleri esirleştirme planına hizmettir. (…)

Türkiye`nin güvenliği Çin`den başlar. Çin`in güvenliği de Türkiye`den başlar.

Çin`deki Uygurların hak ve hukuku, Çin düşmanlığıyla değil, Çin dostluğuyla savunulabilir. Vatan Partisi, bunu yapıyor.”

Upuzun bir yazı yazmış Perinçek.

Çin hakkında söylenenlerin tümüyle CIA kaynaklı bilgiler olduğunu, aksine Çin Halk Cumhuriyetinin son derece demokrat, insan haklarına saygılı, teşebbüs hürriyetinin bulunduğu bir ülke olduğunu iddia ediyor Perinçek.

CIA ve dostlarının dezenformasyonlarla sorunlu bölgeler hakkında sürekli kirli bilgiler pompaladığı konusunda Perinçek haklı.

Adaleti bir tarafa bırakırsak Perinçek, tüm tezlerinde haklı.

Ve evet Perinçek Çin hakkında da haksız değil.

Tabii bulunduğunuz yere ve kavramlara yüklediğiniz anlamlara göre gerçekleşiyor bu haklılık.

Yani demek istediğimiz şey şu:

Esad rejimi ne kadar demokratsa, insan haklarına ne kadar bağlıysa Çin Halk Cumhuriyeti de o kadar insan haklarına bağlı bir rejimdir.

Demek istediğimi anladınız sanırım.

 

Beril Dedeoğlu (Star):

“Sadece Suriye konusuna doğrudan müdahil devletlerin birbirleriyle ilişkilerine bakmak bile, dost-düşman ayırımının lineer biçimde yapılamayacağını ortaya koymaya yetiyor. Örneğin Esad rejimi, İran, Rusya ve YPG ile dost; DEAŞ, ÖSO ve diğer muhaliflerle düşman, Türkiye ile çatışmalı, ABD ile mesafeli. Ancak Rejimin müttefiki olan İran, Rejimin karşı olduğu Türkiye ile Rejimin olmadığı bir masada Suriye`nin geleceğini ele alıyorlar. Esad`ın mesafeli durduğu ABD`nin en yakın müttefiki YPG, YPG de Türkiye hariç her devletle ittifak kuruyor. YPG, DEAŞ`la mücadele ediyor, Türkiye de DEAŞ`la mücadele ediyor; ama aynı anda Türkiye YPG ile de mücadele ediyor. Benzer biçimde İran DEAŞ`la mücadele ediyor, ABD de DEAŞ`la mücadele ediyor; ama aynı anda ABD İran ile de mücadele ediyor. (…)

Değişken dost-düşman ilişkilerini karmaşıklaştırmak, devletlerin koşullardan en fazla yararı sağlama faaliyetleri anlamına gelir. Kazanılanı elde tutma, eldekini başkalarına kaptırmama, başkalarının kazandığını ele geçirme, oyunun zeminini oluşturuyor. Kullanılan yöntemler ise muhtelif. Örneğin bir devlet başka bir devleti bazı kurumları aracılığı ile yerip, bazı kurumları aracılığı ile övebilir. Mesela İran resmi basın yayın organı Türkiye`yi kimyasal silah kullanmakla itham ederken, dışişleri bakanı Türkiye ile olumlu ilişkileri ifşa edebiliyor. Bu, İran`ın sadece Türkiye`ye değil, hatta belki Türkiye`ye bile değil, esas olarak başka ülkelere bir şeyler söylemeye çalıştığı, “onunla dost isen benimle olan dostluğunu sorgularım” dediği anlamına geliyor.”

Genelde günümüz dış politikasının, özelde bunun Ortadoğu`ya yansımalarının fotoğrafını çekmiş Beril Dedeoğlu.

Ortaya çıkan sonuç dehşet verici…

İlkeler, ideolojiler artık hiçbir anlam ifade etmiyor.

Bunların yerini siyasi ve ekonomik çıkarlar almış!

İttifaklar çok kısa sürede değişebilecek bir zemin üzerinde oluşturuluyor.

Ve en önemli şey: Hiçbir şey ve hiç kimse göründüğü gibi değil.

 

Serdar Arseven (Milat):

“Savcı Sayan`ın da işaret ettiği gibi, “Kürtler” söz konusu olduğunda, “karşı taraf” olarak işaret edilen hep MHP!..

Savcı Bey, bu “oyunun” mutlaka bozulması gerektiğini söylüyor.

Bunun için de…

 “Mesela” diyor;

 “Sayın Bahçeli ve ekibi, Güneydoğu illerimize gidip, oyuna dikkat çekebilir.

MHP Teşkilâtı, birlik ve bütünlüğümüze sahip çıkan bütün Kürtleri bağrına bastığının altını çizebilir.

Bence, bu çok etkili olur.”

Evet…

Rahmetli Muhsin Başkan`ın Güneydoğu Seferi gibi…

Sayın Bahçeli`den de geniş kapsamlı bir “Güneydoğu Seyahati”…

 “Yerli ve Milli İttifak”ın sonuç almasını engellemek için algı operasyonu yürüten terör örgütü ile destekçilerinin oyununu bozabilir!..”

Serdar Arseven, kendince iyi niyetini ortaya koyuyor.

Savcı Sayan da öyle…

Ama bir dakika!

Sorun seyahat etmek, gezmek, tokalaşmak değil ki…

Asıl olan adil olmaktır, adil olmak!

“Ben merkezim, hepiniz uydu olmak zorundasınız” zihniyetinden artık vazgeçmek gerekir.

İster “insan olarak eşitlik”, isterseniz de “Müminlerin kardeşliği” kriterlerine göre konuşalım, neticede “Adalet” olmazsa hiçbir sorun düzelmez.

 

 

Nihat Ali Özcan (Milliyet):

“Geçen hafta Rus Hava Kuvvetleri`ne ait bir Su 25 jet uçağı, İdlib`de, karadan havaya omuzdan atılan (MANPADS) füzeyle düşürüldü. Aslında Suriye`de benzer hadiseler daha önce de yaşandı. Bunu farklı kılan ise savaşın geldiği aşamada, ABD ve Rusya`nın bölge rekabetinde değişen tutumlarına işaret edip etmediğiydi. (…)

Sovyetler`in Afganistan`ı işgal sürecinde askeri başarısızlığın travmaya dönüşmesinde Kızıl Ordu`nun kaybettiği helikopter ve uçak sayısının fazlalığı önemli bir yer tutar. Kızıl Ordu on yıllık süreçte 333 helikopterini ve 118 jet uçağını kaybetti. Sovyet işgaline direnen mücahitler bunu ABD`nin verdiği omuzdan atılan füzelere (Stinger`lara) borçluydu. 

Mücahitler sadece Stinger yardımı almadılar. Arap-İsrail savaşlarında (1967-1973) İsrail ordusunun Mısır, Suriye ve Irak ordularından ele geçirdiği Sovyet yapımı silah ve mühimmat Afganistan`a taşındı. Söz konusu malzeme ve silahların İsrail`e parasını ödeyen ise Suudi Arabistan`dı. 

Bu gün Suriye`de mücadelenin ağırlık noktası, yerel gruplardan Rusya-ABD eksenine kaymış görünüyor. Her iki taraf da kendi elini güçlendirecek, oyunun gidişatını değiştirecek politik, askeri araçları, ittifakları sisteme sokarken, karşı tarafın hamlelerini zayıflatmaya çalışıyor.”   

Afganistan olayı halen daha uzun tahlil ve çalışmalar gerektiren bir konu.

Amerika`nın tam olarak orada ne yaptığı daha tam anlaşılmış değil.

Gelelim Suriye`ye…

Eğer Rus uçağının düşmesi bir Amerikan hamlesi ise bundan sonra Rusya`nın atacağı adımlara dikkat etmek gerekir.

Ya Esad rejimine ve milislere daha yoğun destek verecek ya da Türkiye ile beraber YPG`yi vuracak!

“Olmaz” demeyin, çünkü Rusya bu yolun taşlarını döşemeye başladı. YPG içerisindeki DEAŞ unsurlarından yola çıkarak hem YPG`yi vurabilir hem de Amerika-DEAŞ koalisyonundan söz edebilir.

 

Kemal Öztürk (Yeni Şafak):

“İnsanlar bir fikir tartışmasında neden bağırır, hakaret eder, kaba davranır? Sanırım böyle haklılıklarını daha iyi anlattığını düşünüyorlar. Belki de yetersiz kaldıklarını düşündüğünden açığı böyle kapatıyorlardır? Sebebini bilmiyorum.

Benim kişisel tercihim şöyle. Ben dindar bir Müslümanım. Bana nezaket, edep ve ahlak yakışır. Ekrana çıktığımda herkese örnek olacak üslupta ve davranışta olmalıyım. Ayrıca sahip olduğum fikirlerime o kadar güveniyorum ki, bağırmama hiç gerek yok.”

Kemal Öztürk`ün bu söylediklerini zihninizin bir tarafına not ederek tartışma programlarını izleyin, hak vereceksiniz.

Cahiliye döneminde de Mekkeliler “vahyin sesini” duymamak için gürültü çıkarır el çırparlardı. Bağırmak, küfretmek, argo sözcükler kullanmak “reyting artışına” yarayabilir; ama kişiyi ahirette ticaretinden iflas etmiş duruma düşürebilir. 

Ve saygıdeğer okuyucular. Sizden ricamız Kemal Öztürk`ten yaptığımız alıntının ikinci paragrafını bir daha okumanız…

“En güzel örnek” olan Aziz Peygamberin takipçilerinin “güzel örnek” olması dileğiyle…