• DOLAR 34.536
  • EURO 36.172
  • ALTIN 3016.353
  • ...

Aslı Aydıntaşbaş (Cumhuriyet):

“MHP`ye “AKP`nin payandası oldu” diyenler bana göre yanılıyor. Tam tersi söz konusu. İktidar partisi, çıkış ve yükseliş dönemlerindeki tüm söylemini ve vaatlerini reddederek, öz kadrolarını, hatta kurucularını da tasfiye ederek, bambaşka bir yere savruldu. Bakın medyada hükümet adına kimler öne atılıyor, kimler konuşuyor? Bırakın AKP`nin kurucularını, “İslamcı” diyebileceğiniz kaç kişi var iktidar sözcüleri arasında?

Dedim ya, MHP`yle ilgili “Kendini AKP içinde eritti” ya da “Baraj altında kalmamak için koalisyon yapıyor” yorumlarına katılmıyorum. Devlet Bahçeli`nin hiçbir zaman oy derdi olmadı. O bir misyon adamı. MHP lideri kendi dünya görüşü doğrultusunda, çözüm sürecini bitirdi, milliyetçiliği yeniden devletin tek felsefesi yaptı, AB sürecini fiiliyatta sonlandırdı, yargı ve bürokratik atamalara el attı.”

Aslı Aydıntaşbaş`ın dedikleri kısmen doğru; ama bu çelişkileri görmemize engel değil.

Önce şunu net olarak belirteyim: İslami dünya görüşüne ve ümmet perspektifine sahip biri olarak MHP`nin siyasi çizgisiyle, milliyetçiliyle hiçbir şekilde uzlaşma içinde olamam.

Bunu unutmadan devam edersek…

Evet, Ak Parti birçok konuda MHP`nin taleplerini dillendiriyor; ama AB ile problemler de “Çözüm süreci”nin bitirilmesi de iki parti arasındaki ittifaktan önceydi. Kaldı ki, hükümet fiili olarak süreci bitirdi, doğru; ama PKK yöneticileri ondan önceki bir yıl içerisinde defalarca “sürecin bittiğini” ilan etmişlerdi zaten.

Bir de şu var.

MHP, CHP ile beraber Ekmeleddin İhsanoğlu isminde uzlaştığında yine şimdiki fikirlere sahipti; ama o zaman sizin için (Kemalist ve solcular için) bu pek problem teşkil etmiyordu.

Şimdi ne oldu?

MHP mi değişti, Ak Parti mi değişti yoksa Kemalistler mi?

 

Murat Yetkin (Hürriyet):

“Bakanlık 8 Ocak`taki açıklamasında ise daha kesin bilgi veriyordu. Bir gün önce Hmeymim üssüne 10, Akdeniz kıyısındaki Tartus deniz üssüne ise 3, toplam 13 silahlı insansız hava aracıyla yapılan saldırılar püskürtülmüştü. Internet medyasında saldırının arkasında olağan şüphelilerden, El Kaide bağlantılı Ahrar üş-Şam örgütü olduğu öne sürülüyordu.”

Mantık fukarası bu üç cümlenin neresini düzeltelim şimdi?

Türkiye bir devlet olarak daha yeni Silahlı İnsansız Hava aracı edinebilmişken, muhalif gruplar bunu nasıl elde edebilir? Diyelim ki, elde etti bunu kullanmak o kadar kolay mı?

Bir de son cümle var ki, facia!

“El Kaide bağlantılı Ahrar üş Şam örgütü”…

Bundan daha kısa bir süre önce Ahrar ve “el Kaide bağlantılı” olduğu iddia edilen örgütler arasında (HTŞ) kanlı çatışmalar oldu. Kaldı ki, Suriye iç savaşını takip eden herkes bu iki örgütün “bağlantılı” olmadığını bilir.

Dahası da var.

Merkezi Afganistan`da olan el Kaide`nin Suriye`deki “bağlantılı” olduğu iddia edilen gruplarla ciddi sorunlar yaşadığı ve o yüzden de HTŞ`den farklı olarak yeni bir yapılanmaya gittiği söyleniyor.

O yüzden de “biraz ciddiyet ve özen” demiyorum, çünkü ortada dezenformasyon amaçlı kötü bir niyet seziyorum.

 

Ahmet Hakan (Hürriyet):

“Abdullah Gül konusunda Erdoğan neden haklı?

- ABDULLAH Gül hem öyle hem böyle olup hep saman altında yürümeyi tercih ediyor ya...

- Abdullah Gül dostluğunu da, düşmanlığını da bir türlü netleştirmiyor ve bu netleştirmeme durumundan faydalanmaya çalışıyor ya...

- Abdullah Gül “Tayyip Erdoğan iyice düşüşe geçse de sıra bana gelse” diye bir beklenti içine girmiş algısı yayıyor ya...

- Abdullah Gül hem AK Parti tabanına hem de AK Parti karşıtlarına aynı anda çiçek atmaya çalışıyor ya...

- Abdullah Gül hem AK Parti`nin tam içindeymiş gibi yapıp hem de AK Parti`nin çok dışındaymış gibi yapıyor ya...”

Müthiş bir Abdullah Gül tahlili yapmış Ahmet Hakan, hakkını vermek lazım.

 

Uğur Dündar (Sözcü):

“Kur'an'da evlilikle ilgili birçok ayet vardır. Tamamına yakını da evlenme ve boşanma ile ilgili düzenlemelerdir. Buluğa ermekle ilgili birkaç ayet mevcuttur.

Örneğin; ENAM-152– İSRA-34-

Bu iki ayetin ana konusu, yetimlerin (kız veya erkek olabilir) mallarının onlar buluğa erene (ergin olana) kadar korunması ve sonra da iade edilmesine ilişkin uyarılardır. Bu konudaki üçüncü ayet olan NİSA-6-da ise “Yetimleri deneyin. Evlenme çağına (buluğa) erdiklerinde, eğer reşit olduklarını görürseniz, mallarını kendilerine verin…”

Ayetteki en önemli ayrıntı; “buluğ”un önüne “nikah” ve “reşit” sözcüklerini koymasının yanı sıra “Deneyin, öyle karar verin” ifadesinin yer almasıdır. (…)

Kur'an'a göre; vücudun gelişmiş olması, ergen olmak anlamını taşımıyor. Kur'an'a göre buluğa ermek, sorumluluk alabilecek olgunluğa erişmektir.”

Evlilik yaşını, buluğ ve diğer meseleleri tartışmaya niyetim yok! Kavramları anlamak isteyen Abdulhakim Sonkaya Hocanın yazılarına baksın. Yeterli ve doyurucu bilgi alacağı kanaatindeyim.

Ama açık söyleyeyim, şaşkınlık içindeyim.

Beni şaşırtan, Uğur Dündar, Sözcü ve bu ifadeler…

Alıntı bile olsa bu cümleleri Sözcü Gazetesinde, Uğur Dündar`ın köşesinde görmek hem şaşırttı hem de sevindirdi.

 

Murat Bardakçı (Habertürk):

“Sosyal medyada yoğun şekilde devam eden bir “Osmanlıca”, yani “eski harfler” tartışması varmış, bir kesim okuma-yazma oranının harf inkılâbından önce yüzde üç, en fazla da yüzde beş olduğunu iddia ediyor, karşı taraf ise yüzde yirmilerden, yirmibeşlerden bahsediyormuş ve okuyucularım “Oranın doğrusu nedir?” diye soruyorlar...

Sualin doğru cevabını sadece Allah bilir!

Bizler bilmiyoruz, zira okuma-yazma oranı hakkında o devirlerde yapılmış sağlam bir istatistik bulunmadığı için bugün elimizde güvenilir herhangi bir kaynak mevcut değildir! (…)

İstatistik mevcut değildir ama bu konudaki ilk resmî açıklama çok önemli bir kişi, bizzat Mustafa Kemal tarafından 9 Ağustos 1928 gecesi Sarayburnu Parkı`nda yapılmıştır ve Mustafa Kemal okuma yazma oranından bahsettiği konuşmasında bu oranın “yüzde on” olduğunu söyler!”

Murat Bardakçı`nın tarih ve eski metinler konusunda ne kadar yetkin biri olduğunu biliyorum. O yüzden bilgi anlamında değil de yöntem olarak Bardakçı`ya bir tavsiyem var.

Cumhuriyet dönemini değil de kayıtların çok daha iyi tutulduğu Osmanlı dönemini esas alsanız elinize çok fazla veri geçer.

Mesela…

1910`lu yıllarda İstanbul`da (sadece İstanbul`da) günlük gazete tirajı 100 binin çok üzerindedir.

1928`de ise İstanbul ve Ankara gazetelerinin toplam tirajı 19700 (on dokuz bin yedi yüz) adettir.

Bu size yeterince fikir verir sanırım.

 

Hayrettin Karaman (Yeni Şafak):

“Gazzâlî aklı, iki kanadıyla kullanan bir İslam büyüğüdür. Gazzâlî`nin İslam düşüncesine zarar verdiğini söyleyen de yalnızca cehaletini sergilemiş olur. İslam düşüncesi üç ekolde yaşamış ve gelişmiştir: Kelam, Felsefe ve Tasavvuf. Gazzâlî bu üç alanda da, bugün dahi geçerliğini ve değerini koruyan, istifade konusu olan önemli eserler vücuda getirmiştir. İslam vahyi ile çelişen noktalarda felsefeyi tenkit etmesi, felsefenin tabiat ve amacına uygun bir faaliyettir; yani fikir tartışmasıdır. Felsefeciler de kendi aralarında tarih boyunca tartışmışlardır, bu yüzden birçok felsefi düşünce, yine filozoflar tarafından ağır tenkide uğramış ve geçerliğini yitirmiştir; ama felsefe devam etmektedir. (…)

Gazzâlî`nin yaptığı, ilmi ve aklı reddetmek değil, onları kendi sınırları içinde kullanmak ve yeterli olmadıkları alanda başka bilgi kaynaklarına ulaşmaktır. (…)

Bugün olduğu gibi insanların kafalarının karıştığı, doğru din ve madde ötesi âlem bilgisini, Kur`an`ı doğru anlamayı sağlayacak İslam aklını nereden ve nasıl alacaklarını bilemedikleri, İslam dışı akılların,  felsefelerin ve hurafelerin “ilim” yerine geçtiği bir dönemde “İhyâu Ulûmi`d-Dîn: Din ilimlerini diriltmek” isimli kitabını kaleme almıştır.”

Hayrettin Karaman çok önemli bir konuya temas ediyor.

Gazali`nin anlaşılması, günümüz sosyal problemlerinin çözülmesinde de yardımcı olacaktır.

Açıkçası, “gündelik siyaset” girdabına kapılmadan, “profesyonel komplocuların” oltalarına aldırış etmeden kalıcı bilginin tekrar anlaşılır bir şekilde topluma sunulmasına katkıda bulunma konusunda Hayrettin Karaman gibilerine büyük görev düşmektedir.

Ortada İslami değerlere ve sembollere karşı kirli ve amansız bir savaş vardır ve bu savaş belli mihraklar tarafından “kontrollü” bir şekilde yaygınlaştırılmakta, genç dimağlar zehirlenmeye çalışılmaktadır.

Kibir abidesi polemikçiler ortalıkta cirit atmakta ve İslami değerlere savaş açmış odaklara malzeme sağlamak için büyük bir gayret ile çalışmaktadırlar.

Değerlerin tanınması ifsat projelerini akamete uğratır.