ILIMLI İSLAM ROLÜNE YENİ ADAY
Hüseyin KAYA
SİYASET GEMİSİ / KÖŞEDEN KÖŞEYE
ILIMLI İSLAM ROLÜNE YENİ ADAY
ibrahim Karagül (Yeni Şafak):
“Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır, İsrail ve ABD arasındaki tuhaf gelişmeleri bir süredir izliyoruz. İran`a karşı olduğunu bildiğimiz ama son zamanlarda açıkça Türkiye karşıtı bir hal alan, Türkiye`nin bölgedeki etkisini sınırlamaya dönük seyir izleyen yeni bir durum söz konusu.
Bir garip ittifak, bir özürlü cephe şekillendiriliyor. Bu cephenin Sünni Arap dünyasını tek bir eksende tutmaya, onu da ABD-İsrail eksenine hapsetmeye dönük olduğu apaçık ortada.. Müslüman Arap coğrafyası BAE ve İsrail üzerinden rehin alınıyor, işin pazarlama tarafı da Suudi Arabistan üzerinden yürütülüyor.
Dünyayı şaşırtan açıklamayı önceki gün Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman açıkladı: “Ilımlı İslam`a dönüyoruz…” Veliaht Prense göre, 1979 İran devrimi bölgedeki bütün ülkelerin genetiğini bozdu. “Tehdit”le mücadele etmek için kendileri radikal düşüncelere kapıldı, o hareketlere destek verdi. Şimdi bunu düzeltme zamanı, bu düşüncelerden arınıp “Ilımlı İslam Projesi” uygulama, “normalleşme” zamanı.”
Uzun yıllar “Ilımlı islam” üzerinde araştırmalar yapan Graham Fuller bir kitabında şöyle demektedir:
“Türkiye sadece kendisi için değil, çağdaş İslam dünyası için de çok önemli olan iki dinamik İslami hareket üretmiştir; Bunlardan ilki siyasi alanda AK Parti, öteki ise çok daha büyük ve apolitik bir toplumsal hareket olarak Gülen Hareketi`dir.” (Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Sh:117-118, Timaş Yayınları)
Erdoğan 13 yıl önce Amerika`nın BOP`u için (Büyük Ortadoğu Projesi) “Eşbaşkanlık” yaptığını, Türkiye`nin bu projede önemli bir görev üstlendiğini söylüyordu.
Sonra Erdoğan Amerikan siyasetlerine karşı bağımsız bir siyaset uygulama isteğini ifade edince ardı ardına Amerikan menşeli darbeler geldi. 7 Şubat, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz tek merkezli operasyonlardı.
“Ilımlı İslam” rolünün 10 yıl önceki sahibi Türkiye idi ve o dönem düşman da başkaydı Karagül gibi gazeteciler için.
Evet, dönemlere göre, hükümetin siyasi açılımlarına göre düşman algısı değişebilir; ama Karagül her dönem keskin, her dönem ölçüsüzdür.
Hükümetin siyasetini anlamak ve anlatmaktan çok hükümeti keskin uçlara davet eden, halkı manipüle etmeye çalışan bir dil kullanıyor.
2 yıl önce ‘İran`ın tüm Körfez`de savaş istediğini, hedefinin Mekke olduğunu ve Türkiye`nin tarihi sorumluluğunun “Mekke savunması” olduğunu` yazabilirken şimdi bunları söyleyebiliyor. Hatta bir yıl önce Halep`teki yıkım ve katliamlardan dolayı İran için “Haçlı ve Moğollardan daha kötü” derken şimdi ittifaktan söz edebiliyor.
Karagül gibi adamlar “yeni şeyler söylemek” ve bu şekilde “dikkati çekmek” için her şeyi söyleyebilirler. Fazla dikkate almayın. Benden söylemesi.
Ahmet Hakan (Hürriyet):
“BİR: Herkesin oyunu almaya çalışan... Kimsenin oyunu alamaz... Kendine sağlam bir hedef kitle seçmelisin Meral Abla...
İKİ: Bir kere söyle... Yine söyle... Bir daha söyle... Hep söyle... Hep söyle... Tekrardan asla kaçınmamalısın Meral Abla...
ÜÇ: Şiir okumayı, türkü söylemeyi, duygusala bağlamayı bizim millet pek sever... Bunları hiç ihmal etmemelisin Meral Abla...
DÖRT: Mağdur olmak iyidir, hoştur falan ama fazlası “acizlik” gibi algılanır... Mağdur olmayı fazla abartmamalısın Meral Abla...
BEŞ: Barışçıl olmak, alttan almak, uzlaşmacı davranmak... Bunlar tamam... Ama azıcık da meydan okumalısın Meral Abla...”
“Sen bunları yap, gerisine karışma”, demek istiyor Ahmet Hakan.
Eee, adamlar bu konuda tecrübeli. Selahattin Demirtaş`ı ekrana çıkarıp saz çaldırarak millete sevimli gösterebildiler ya, Akşener neden olmasın.
Ama bu da var ki, sanırım Akşener gözden kaçırmamalı.
Bu “parlatma lobisi” çok kısa sürede “unutturma lobisine” dönüşebilir ve ortada kalırsın.
“Şapşik” sempatikliğinde siyaset yapan ve “sazdan başka bir şey çalmayan” siyasetçi nasıl da unutuldu değil mi?
Mehmet Barlas (Sabah):
“Suudi Arabistan'ın Veliaht Prensi Muhammed bin Selman "Neom" adını taşıyacak yeni bir ekonomik bölge kurulacağını açıklarken "Daha önce olduğumuz yere, tüm dinlere ve dünyaya açık ılımlı bir İslam ülkesine dönüyoruz" demiş ya. Doğal olarak bizdeki bazı kesimlerde "Suudiler sonunda Kemalizme geliyorlar" yorumları seslendirilmeye başladı. (…)
Eğer bizim Kemalistlerden biri bu Veliaht Prens'e danışmanlık yaparsa, bundan sonra bu ülkede hangi adımların atılacağını kestirebiliriz. Mesela Muhammed bin Selman bir basın toplantısı düzenler ve "Okuma ve yazmayı öğrenmesi zor olan Arap harflerinden Latin alfabesine geçmeye karar verdik" açıklamasını yapar. Eğer bizden giden Kemalist danışman gerçekten çok etkiliyse, veliaht prens "Bundan böyle ezan Türkçe okunacak" açıklamasını da yapar.”
Mehmet Barlas, kendisinden beklenmeyen bir şekilde Kemalistlere müthiş bir “kapak” yapmış.
Yani Kemalizm gelirse daha çok şekil üzerinden gelir.
Ama Barlas sıralamayı yanlış yapmış.
Bir defa önce “Saltanat” kaldırılmalı ve Kral Muhammed b. Selman`a “ömür boyu başkanlık” yetkisi tanınmalı.
Sonra da sırasıyla “Şapka devrimi”, ardından da “Medeni kanun” gelmeli.
Harflerin Latinî bir hal alması için 5-6 yıl kadar beklemeli.
Ama Barlas bir yanlış yapmış!
Arabistan`da “Türkçe ezan” mı olurmuş? Tamam, ironi yapıyorsun da bari İngilizce ya da Fransızca deseydin de attığın taş yerini bulsaydı.
Doğu Perinçek (Aydınlık):
“Müftülere nikâh yetkisi tanındığı zaman, toplum içinde, mahallede, aile içinde zorlamaların yolu da açılır. Müftü nikâhı, dinsel bir törendir. Müftü nikâhı, hem evlenenler, hem de nikâh törenine katılanlar açısından kınama, suçlama ve baskıları gündeme getirir. Nikâhta ikilik yarattığınız zaman, belediyede evlenenler de çeşitli kınama ve baskılarla karşılaşabileceklerdir. (…)
Müftüye nikâh yetkisi verilince, Caferîlerin ve Alevîlerin, Şafîlerin ve başka din ve mezheplerin din görevlilerine de yetki tanınacak mı?
Müftüler nikâh kıydığına göre, dedeler de nikâh kıyacak mı?”
Yanlış Perinçek yanlış!
Müftü nikahı değil, “nikah” dinsel bir eylemdir; ama senin materyalist zihin dünyan bunu algılayamaz.
Tepkilerini anlıyorum. İnsanların inançlarını yaşam tarzlarına yansıtmaları zoruna gidiyor; ama biraz mantıklı ol!
Evet, Caferilerin, Alevilerin, diğer din ve mezheplerin de nikahları kendi ritüelleri ile birlikte resmileştirilmeli ve kayıt altına alınmalıdır, biz bundan rahatsız olmayız.
Ama öyle bir şey olursa yine senin rahatsız olacağını iyi biliyoruz.
Zeminden bir şeyler kayacak öyle değil mi?
Fatih Altaylı (Habertürk):
“Aslına bakarsan, sana da boşuna kızıyoruz.
Aslında kızdığımız tavrın değil.
Bu tavırdan çok var.
Kimi içine tükürür sanatın, kimi basar, kırar döker.
Aynı kültürün ürünüsünüz hepiniz. Benim kızdığım, olmadığın bir şey gibi görünme çaban ve bunu iki kadeh şarap kadar ucuza ve kolaya mal etmeye çalışman.
Bu nedenle bizim bir yere uzayacağımız falan yok. Ama sen istediğin zaman hâlâ aklının ve kafa dengi arkadaşlarının kaldığı mahallene geri uzayabilirsin.
Hem İsa`ya hem Musa`ya aynı anda yaranamayacağını öğrenmiş olarak.”
Fatih Altaylı, Ahmet Hakan`ın “Modern sanat” adı verilen rezilliklere tepki göstermesini içine sindiremiyor ve işin içerisine “geçmişi”, “eski mahalleyi” koyarak aklınca ayar vermeye çalışıyor.
“Şarap içerek bizim mahalleye girdiğini kanıtlayamazsın” demek istiyor.
Demek ki ne imiş?
F. Altaylı`nın mahallesine, namı diğer “beyaz Türk muhitine” girebilmeniz için her türlü naneyi yemekle beraber her türlü ahlaksızlık ve pespayeliklere de “derin bir hoşgörü” ile yaklaşmanız gerekmektedir.
Bu arada şu ayrıntıyı gözden kaçırmayalım.
F. Altaylı Van doğumlu bir “doğuludur” ki, doğduğu yer Türkiye`nin en doğusuna düşüyor.
Van, dağlık bir alan üzerine kurulu ve deniz seviyesinden oldukça yüksek bir yerdir. Yüksekten düşüşün maddi ve manevi etkilerinin olması kaçınılmazdır.
Diyeceksiniz ki, bunun konuyla ne alakası var?
Efendim alakası şöyle: F. Altaylı düşünsel anlamda olmazsa da kültürel anlamda bir mahalle değişikliği yapmıştır ve Ahmet Hakan`a “Ben senden daha kıdemliyim” demek istemektedir.
Bundan yola çıkarak mahalle değiştiren Ahmet Hakan`a “Ya benim gibi ol ya da eski mahallene dön!” diyebilmektedir.
Bu arada;
Bu vesileyle “Beyaz Türk” mahallesinde de farklı düşünce ve anlayışlara sıfır tolerans gösterildiğini de öğrenmiş olduk.