Herkesin Sosyolojisi Kendine
Taha Akyol, Hürriyet Gazetesindeki köşesinde şunları yazmış:
“Atatürk elbette taraflıydı, hem cumhurbaşkanıydı hem partisinin başkanıydı.
Partisi de ‘Tek Parti`ydi. Milletvekillerini de Atatürk ve İnönü belirlerdi.
Dahası, önemli siyasi davalarda İstiklal Mahkemelerini yönlendirmişti.
Normal hukuk düzeni değildi, “ihtilal hukuku” dönemiydi; “kuvvetler birliği” ilkesi ve “parti devleti” modeli geçerliydi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Biz Yavuz Sultan Selim Köprüsü`nden şunlar geçer, bunlar geçemez diyor muyuz? Bizde tarafsızlığın daniskası var” diyor ya, “Parti devleti”nde de “demir ağlardan şunlar yararlanır, bunlar yararlanamaz” denilmedi.”
Taha Akyol, “derin sosyoloji” bilgisini konuşturarak tahliller yapan, bir dönemin ülkücüsü, şimdinin neo liberali ve bazılarına göre (yaşından mütevellit) “basının duayeni” sayılan bir isim. Fark ettiğiniz gibi bu yazıda “derin” tarih ve sosyoloji bilgisini konuşturarak Atatürk`ün “tek adamlık” sayılan konumunun şartlar gereği olduğunu; ama Erdoğan`ın aynı durumda olmadığını anlatmaya çalışıyor.
Karşılaştırmayı bir tarafa bırakın tanımlar bile yanlış!
İhtilal: Bir ülkenin siyasal, sosyal ve ekonomik yapısını veya yönetim düzenini değiştirmek amacıyla kanunlara uymaksızın cebir ve kuvvet kullanarak yapılan geniş halk hareketi…
Osmanlıyı Atatürk yıkmadı, emperyalist Batı yıktı. O yüzden yeni kurulan rejim ihtilalci olamaz!
Ama Taha Akyol, liberalizmin toz dumanında ancak öyle görebiliyor.
Her konuda inanılmaz derecede “dengeci” ve “idarei maslahatçı” olan bu zat, nedense Cumhurbaşkanı Erdoğan konusunda aynı tutumu takınmıyor.
Daha doğrusu birçok meseleyi anlamak istediği gibi anlıyor ve ardından meselenin üstüne “sosyolojik birikimini” boşaltıyor.
İki örnek vereceğim ve bundan sonra Atatürk ve Erdoğan kıyaslamasını yorumlamadan size bırakacağım.
İlki, basın açıklamasını askeri kamuflaj elbisesi giymiş bir halde bir denizaltının içinde yapan dönemin Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ için Taha Akyol`un yaptığı güzellemeler… Akyol, o dönem Başbuğ için “Weber`den söz eden bir asker” derken onun “Din sosyolojisini iyi bilen ve liberal politikalardan haberdar” olduğunu heyecanla aktarıyordu. Ama aslında olan şey İlker Başbuğ`un dönemin hükümetine gözdağı vermesinden başka bir şey değildi.
İkinci örneğimiz Hizbullah davasından uzun yıllar cezaevinde kaldıktan sonra çıkan Araştırmacı Yazar Hacı İnan`ın bir açıklaması ile ilgili olacak. Adli kontrol için savcılığa giden Hacı İnan`a gazeteciler “Pişman mısınız?” diye sorunca İnan, “Neden pişman olacağız ki? Biz Müslümanız. İslam`dan pişman olunmaz!” diye cevap vermişti. Bizim acar sosyolog bu sözü şöyle anladı: “İslam`da pişman olunmaz!”
Söyleneni tam anlamayan, anlamak için çaba harcamayan, Kur`an meali hazırlayacak kadar İslami ilimlere vakıf birinin (Hacı İnan) sözünü doğrulatmak için basının etik kurallarından hiçbirine başvurmayan Taha Akyol…
Bu sözü duyan Akyol`un aklına hemen İslam`da tövbenin erdemine dair hükümler gelmiş. Sonra da şu sözleri döktürmüş: “Sözlerinin devamında “11 yıldır içerideyiz, yetmiyor mu? En küçük bir delil kırıntısı yok” demiş. Hukuken böyle konuşmak hakkıdır tabii. Her sanık “delil yok” diye savunma yapabilir, sonunda kararı adalet verir.
Ama “İslam`da pişmanlık yoktur” demek, dehşet verici bir ifadedir.”
Dehşete düşmüş Taha Akyol ve o yaşadığı dehşet onu sosyolojiden psikolojiye, oradan da “Komploları anlama Nirvanası”na kadar ulaştırmış!
“Bu sözler psikolojik bir tepki midir; yeni cinayet dalgalarının işareti midir?”
Davanın hukuki durumundan, delil durumundan, suçlamaların ne kadarının siyasi olduğundan, “brifingli yargı” kararlarının ne kadarının adil olduğundan haberi yok Taha Akyol`un; ama ön kabullerle “Yeni cinayet dalgalarından” söz edebiliyor. Medya etiği değil; ama herhalde sosyolojisi buna izin veriyor. (Taha Akyol sosyolojisini bir ironi ile dile getirdiğim için saygıdeğer sosyologlardan özür dilerim)
Neyse biz konuyu burada bitirelim. Eski arkadaşlarının deyimiyle "Mamak duruşmalarında zoru görünce gemiyi ilk terk edenlerin arasına karışıp liberaller ve eyyamcılar taifesine dâhil olan” Taha Akyol`un kim olduğunu ve meseleleri ne kadar doğru anladığını gördüğümüz için eleştirilerine de “kendi ölçüsünce” değer verebiliriz.
Ya da şunu diyelim: “Herkesin sosyolojisi kendine!”