• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Erzurum’da Ekrem İmamoğlu’nun resmi makamların ifadesiyle “korsan” gösteri yapması ve bunun için resmi olarak “belirlenen” alanları tercih etmemesi sonrası bazı olaylar oldu.

Erzurum’un öteden beri bilinen milliyetçi muhafazakar kimliğinden dolayı PKK selamı yapan Millet İttifakı adaylarına sıcak bakmayacağı zaten biliniyordu. Buna rağmen ısrarla “güvenliğin sağlanamadığı” yerlere gidip miting yapmak sorgulanabilir elbette; ama işin içinde “organize kötülük odaklarının” olabileceğini gözden ırak tutmamak lazım.

Mahkemeden bir mağduriyet çıkararak “ikbal basamaklarını” tırmanmak isteyen İmamoğlu, Akşener’in desteğiyle büyük bir sükse yapmış; ama Kılıçdaroğlu’na tosladıktan sonra köşesine çekilmişti. Masadaki restleşmeler hiç ummadığı bir anda önüne “başkan yardımcılığı” koltuğunu, eğer beklenen sonuçlar olmazsa CHP genel başkanlığını çıkarabilirdi.

Erzurum bir “mağduriyet” müsameresi için en uygun yerlerden biriydi.

Oyun sahnelendi ve hatta bir nebze de olsa “Büyük İstanbul Mitingi” gölgelendi.

Asıl başarı ise “Organize kötülük şebekesinin” suçlu diye aynı yöne işaret etmesi ve “pürüzsüz bir iftira” ile HÜDA PAR’a çamur atılmasıydı.

“Erzurum, HÜDA PAR ve saldırı” kelimeleri aynı cümlede kullanılacaksa burada HÜDA PAR ancak mağdur olabilirdi; ama maalesef ortaya bir yalan atıldı ve Kemalist’inden Faşistine, Komünistinden Liberaline kadar ne kadar omurgasız varsa bu yalan üzerinde tepindi.

İki örneği merkeze alarak bir değerlendirme yapacağım.

Ümit Özdağ:

“Erzurum’da Ekrem İmamoğlu’na yapılan saldırıyı kınıyorum. Fikirlerinizi sert bir şekilde savunabilirsiniz. Ancak asla fiziksel şiddet kullanamazsınız. Devletin görevi o mitingin sonuna kadar devamını sağlamaktı. HÜDA-PAR’lılar aynı şeyi bize denerseniz biz meydan boşaltmayız.”

Ümit Çebi:

“Erzurum’da yaklaşık 200 kişilik bir eşkıya grubu, polisin gözü önünde provokatörlük yaparak konuşma sırasında İmamoğlu’nun ve halkın üzerine taş yağdırmaya başladılar.

Bunun üzerine halkın tehlikeye düşmemesi ve olayın büyümemesi için İmamoğlu alanı terk etti.

MHP’li ve Hüdaparlı”

Ümit isimli iki siyasetçinin Erzurum’da yaşananlar ile ilgili yorumunu okudunuz.

İlk “Ümit” ırkçı bir siyasetin öncülerinden biri. Dini değerler ona göre “folklorik” bir anlam ifade eder sadece. MHP ve İYİ Parti geçmişi var. Erzurum’daki olaylarla ilgili ayrılmış olmasına rağmen MHP çizgisine yönelik bir eleştiride bulunmuyor. İdeolojik kardeşliğin bir gün lazım olabileceğini hesaplıyor büyük ihtimalle.

İkinci “Ümit” Saadetçi ve Milli Görüş geleneğinden geliyor. Bir Müslüman için bir haberin değerlendirilmesinde ilk ölçüt “fasıktan” gelip gelmemesi iken ikinci Ümit yalan ve iftira olduğu net bir şekilde ortada olan haberin yayılmasına öncülük ediyor. Kemalist ve Faşistlerle kolkola aynı yöne taş atıyor. Birinci Ümit kadar bile olamıyor, çünkü o olaylarda MHP’nin rolünü özenle gizliyordu.

İki Ümit de “ümitsiz vaka”; ama nedense ikinci Ümit daha çok içimizi yakıyor.

Bilumum İslam düşmanı ile birlikte Müslüman bir gruba iftira atmanın indi ilahideki karşılığından hiç mi korkmazlar.

Müslüman hata edebilir; ama Kur’an’dan anladığımız kadarıyla “Bile bile hatada ısrar” etmez.

Allah ıslah etsin.

NAMUS SÖZÜ

Seçimler için son düzlüğe girildi ve adaylar son hamlelerini yapmaya başladı.

Erdoğan, EYT meselesinin çözümünden dolayı, muhalefetin elinden büyük bir argümanı almış durumda. Asgari ücret konusunda, emekli maaşları konusunda beklentilerin üzerinde artışlar yaparak hamlelerini sürdürdü. Kamu işçileri için tatmin edici açıklamalar yaptı, memurlar için de önemli adımlar attı.

Doğalgaz’dan sonra petrol ile ilgili müjdeler verdi. Erdoğan’ın vaatleri konusunda kimsenin itirazı yok, çünkü şimdiye kadar dediklerini yapmış olmak ona büyük avantaj sağlıyor.

Kılıçdaroğlu’nun vaatleri ve hükümete yönelik eleştirileri ise ciddi çelişkiler barındırıyor.

Mesela…

Kılıçdaroğlu’na soruluyor: “Madem ekonomi kötü, bu vaatler nasıl hayata geçecek?”

Kemal Kılıçdaroğlu: “Benim 27 buçuk yılım hesap nasıl yapılır, nasıl tasarruf edilir bunlarla geçti.”

Sanırım SSK genel müdürlüğündeki dönemini kastediyor; ama kelimenin tam anlamıyla ayağına sıkıyor. Onun döneminde SSK iflasın eşiğine geldiği gibi sağlık sistemi bir faciayı yaşadı.

Bir de “Rahşan affı” ile cezadan yırtma meselesi var ki evlere şenlik!

Evet, şaşıracaksınız; ama dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan, SSK’daki “Sarf malzemeleri” soruşturmasında 5 milyar dolarlık yolsuzluk yapıldığını iddia etti ve bunun özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun görev yaptığı 1992-97 yılları arasında olduğunu belirtti.

Kemal Kılıçdaroğlu dahil SSK yöneticileri hakkında ceza davaları açıldı. Ama “Rahşan affı” denilen af ile Kılıçdaroğlu yargılanmaktan kurtuldu.

Nasıl bir hesap uzmanıysa artık, kurumu 5 milyar dolar zarara uğratmış ve o dönemi referans olarak gösterebiliyor.

Aslında bu ekolün hepsi öyle…

Hatırlarsanız bir süre önce “kentsel dönüşüm” ile ilgili Ekrem İmamoğlu’na da bir soru sorulmuş, o da bunun ancak yüz yılda çözülebileceğini söylemişti.

Halbuki seçilmeden önce İstanbul’un kentsel dönüşüm sorununu kısa sürede çözeceğini vaat etmişti Ekrem.

O yüzden;

Seçim öncesi CHP tarafından verilen vaatlerin “öylesine” verildiğini, seçim sonrası “her şey onlar için güzel olduğunda” unutulduğunu unutmayın.

Belediyeden kimse çıkarılmayacak diye “namus sözü” de vermişlerdi, öyle değil mi?

BEKÇİ KİM?

Muhalefet, 12 kişiden oluşan bir ekonomi ekibi oluşturdu.

Her partiden ikişer kişi olunca 12 ediyormuş.

Ekonomi Kandil’in pek umurunda olmadığı için bu konuda konuşmuyor.

Her neyse…

Bir (1) başkan; ama aldığı her kararı 7 yardımcısına imzalatması gerekiyor.

Ekonomi için 12 kişilik ekip kurulduğuna ve bu ekip gülücüklerle dolu bir poz verdiğine göre aynı sistem tüm bakanlıklar için oluşturulabilir.

Buna göre bakanlıklar CHP ve İYİ Parti arasında dağıtılabilir; ama her bakanlığın her kararı oluşturulacak 12 kişilik heyete imzalatması gerekecek.

Bu arada her partiden 2 kişi heyette bulunacak; ama bu iki kişi için de en az ikişer yardımcı gerekecek.

Benzer bir uygulama bürokraside de devreye sokulabilir.

Memlekete al gülüm ver gülüm idare edileceği gibi istihdam sorunu da büyük oranda çözülmüş olur.

Zaten “Hesap uzmanı” Kemal beyin “her muhtara bir yardımcı” projesi de vardı.

Daha ne istiyorsunuz.

Yalnız bu mesele bana şu fıkrayı hatırlattı.

Devlet bir gün geniş ve boş bir araziye geceleri göz kulak olacak, 10 bin TL maaşla, bir bekçi işe almaya karar verir.

Bir süre sonra düşünülür; peki talimatlar olmadan bekçi işini nasıl yapacak?

Bir planlama birimi kurulur ve planlamayı yapmak üzere, 15’şer bin TL maaşla, iki kişi işe alınır.

Bir süre sonra ’işleri yapıp yapmadıklarını nasıl kontrol edeceğiz’’ diye düşünülerek, 20 bin TL maaşla, iki denetmen işe alınır.

Biri denetim yapar diğeri raporları yazar.

Bir süre sonra “bunların maaşları hesaplanıp nasıl ödenecek‘’ diye tartışılır.

Bir muhasebeci şefi, bir katip, bir de istatistikçi işe alınır. Maaşları 25 bin, 20 bin olarak…

Bir süre sonra; “peki bunlardan kim sorumlu olacak.” diye düşünülür

Bir müdür işe alınır 40 bin lira maaşla. Yanına 30’ar bin maaşla 2 de yardımcı…

Bir süre sonra, ülkede ekonomik kriz çıkar ve bütçedeki masrafları kısmak için

BEKÇİ İŞTEN ÇIKARTILIR…

Fıkra bu kadar.

HÜDA PAR PROGRAMI

Fatih Erbakan, bir televizyon kanalında katıldığı programda her zaman olduğu gibi kendisini ilgilendirmeyen, bilmediği konuya girmiş ve kötü duruma düşmüş:

"HÜDA PAR ile eleştirilen noktalar parti programı ile ilgili. Hatta HDP'nin bazı taleplerine benzetiliyor. Tabi biz de bunların büyük çoğunluğunu biz de tasvip etmiyoruz. Bize göre doğru değil. Ama burada önemli olan konu HÜDA PAR, bunların hayata geçirilmesi ile ilgili AK Parti ve sayın Cumhurbaşkanımız ile bir mutabakat yaptı mı yapmadı. Peki Cumhur İttifakı'nın protokolünün içerisine bizim sakıncalı gördüğümüz maddeleri koydular mı? Koymadılar. Öyleyse bir sorun olarak görmüyoruz.”

Sizce Fatih Erbakan, HÜDA PAR’ın parti programını okumuş mudur?

Hiç sanmıyorum.

Eğer okumamışsa bir sorun; ama eğer okumuşsa ve bunları söylüyorsa “okuduğunu anlayamama” gibi bir sıkıntısı var ki bu bir sorun değil, faciadır.

Yani oradaki moderatör “iyi bir gazeteci” olsa “HÜDA PAR’ın parti programı ile HDP’nin programı arasında nasıl bir benzerlik var?” diye bir soru sorardı ve Fatih Erbakan’ın düştüğü kötü durumu tüm memleket müşahede ederdi.

Merhum Erbakan Hoca, analitik düşünmesi ve hafızasının güçlülüğü ile biliniyordu ve sanırım kendisi bunu da çok çalışmasına bağlıyordu.

Fatih Erbakan da biraz babasını örnek alsa fena olmaz.

İlk olarak da HÜDA PAR’ın programını okumakla işe başlamasını tavsiye ediyoruz.