• DOLAR 34.312
  • EURO 37.22
  • ALTIN 3018.549
  • ...

Demirtaş, muhalefet partileri arasındaki adaylık tartışmalarına katılmış:

“Seçime 27 parti giriyor. Bunların beşi iktidar blokundan, 22’si muhalefetten. Muhalefetteki 22 partinin hepsi olmasa bile çoğu, örneğin 10 maddelik tek sayfalık bir demokrasi manifestosuyla ortak bir adayda birleşebilir mi? Bunu yapmamaları trajedi olur.”

“Normal siyasi bir konuşma, ne var bunda?” diye soruyorsunuz; ama biraz bekleyin.

2-3 gün önce Duran Kalkan da “buna benzer” açıklamalar yaptı:

"Bu seçim çalışmalarını kesinlikle böyle bir mücadele olarak ele almak lazım. Bu siyasi, askeri durumla kesinlikle birleştirmek gerekli. Bunlardan kopuk, bunların dışında bir seçim kesinlikle yoktur, olamaz. Tam tersi bu ayrılık, parçalılıklar önlenmeli. Küçük şeyler mesele yapılmamalı. Daha fazla ittifak, ilişki, birlik. Dışarıda da ben gerçekten demokratım, Türkiye'de gerçekten demokrasi olsun diyenler bu mücadeleye destek vermeliler."

Demirtaş, “trajedi” diyor; ama Duran Kalkan adeta feryat ediyor.

Yani muhalefet bu dağınık görüntüyü devam ettirirse, adaylık tartışması masanın dağılmasına ve birkaç adayın ortaya çıkmasına neden olursa, toplumda zaten bir süredir seslendirilen “bunlar devleti yönetemezler” kanaatinin güçlenmesine ve Erdoğan’ın rahatça kazanmasına neden olabilir.

İttifakın dağılması ile Akşener’in “başbakan olma hayali” çöker, Davutoğlu ve Babacan’ın hiç yoktan “Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı” planları suya düşer, Kılıçdaroğlu, siyasi hayatına bir yenilgi daha ekleyerek yönünü CHP içi çekişmelere çevirir.

Ama trajediyi başkası yaşar.

Duran Kalkan, başına ne zaman bir bombanın düşeceğini düşünüp kabuslar görmeye başlar, Demirtaş, cezaevinde yazdığı kitapların da artık ilgi görmediğini, ziyaretçilerinin azaldığını fark eder, FETÖ’cüler geri dönüş hesaplarını rafa kaldırır.

Sanırım Demirtaş’ın kastettiği de budur.

 

Siyasi İntihar

KCK yürütme konseyi eş başkanı Besê Hozat, Türkiye ile Suriye rejimi arasındaki görüşmelerden kaygılanmış; ama ne ilginçtir ki, asıl sıkıntıyı Şam rejiminin çekeceğini iddia etmiş.

“Bugün Esad’ı Türkiye de kabul etmek zorunda kalmış, dünya da kabul eder noktaya gelmişse, DSG ve Kuzeydoğu Suriye halklarının mücadelesi sayesindedir. Bence bunu Şam da biliyor. Şam’ın baştan itibaren Kürtlere karşı Türkler gibi soykırımcı, sömürgeci bir politikası olmadı. Kendi kültürünü, dilini, Kürtleri bir biçimde yaşattı. O yüzden Şam'ın da çıkarı Kürtlerle uzlaşmadan, anlaşmadan geçiyor. Aksi bir şey Türkiye politikası temelinde hareket etmek zaten Şam açısından da bir siyasi intihar olur. Şam yönetimi de Suriye devleti de bunu bilebilecek devlet aklına sahiptir, tecrübesine sahiptir.”

PKK, hiç gizleme gereği duymadan Ankara-Şam görüşmelerinden rahatsızlığını ifade etmiş.

Ama Erdoğan Hükümeti ile Esad rejimi arasındaki görüşmelerden rahatsız olan birileri daha var.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Price, Türkiye ile Suriye arasında gerçekleşen görüşmelere ilişkin "Söyleyebileceğim tek şey politikamız değişmedi. Acımasız diktatör Beşar Esad'ı eski durumuna döndürmek için ilişkilerini iyileştiren veya destek veren ülkeleri desteklemiyoruz" açıklamasını yaptı.

Evet, hem PKK hem de ABD görüşmelerden rahatsız; ama olaya aynı yerden bakmıyorlar gibi görünüyor.

Amerika, Esad rejimine muhalif olan unsurlardan bir kısmına (İslamcı olmayanlara) açık ya da gizli şekilde destek verdi. Ürdün sınırında kamplar kurdu, silahlı eğitim verdi. Hatta bir ara Türkiye ile beraber “eğit-donat” diye bir proje kapsamında da benzer işler yaptı.

Amerika’nın eğittiklerinin bir kısmı sonra YPG ile aynı çatı altına girdi, bir kısmı Suriye’yi terk etti, bir kısmı da pişman olup rejim saflarına döndü.

DEAŞ dahil çok sayıda birbirine zıt grup içerisinde faaliyet gösterdikten sonra Amerika’nın isteği üzerine YPG’ye katılan ve Münbic’e saldırı yapılırken öldürülen Ebu Leyla’nın hikayesi ibret vericidir.

Mevcut durumda ise Amerika kendisine ve Suudi-BAE’ye yakın grupları PKK ile beraber DSG çatısı altında toplamış bulunmaktadır. Ve Amerika, Esad rejimine karşı olduğunu söylemesine rağmen “petrol bölgelerinin hakimiyetinden dolayı” ortaya çıkan çekişmeler hariç “kara unsuru” olarak kullandığı güçlerle beraber sadece Suriye rejimi muhaliflerine karşı askeri operasyonlar gerçekleştirdi.

Yani ne Amerika ne de YPG-PKK, şimdiye kadar ciddi biçimde Esad güçleri ile karşı karşıya gelmediler.

PKK, Besê Hozat’ın açıklamalarıyla Esad rejimini muhaliflere karşı koruduğunu, Esad’ın varlığını devam ettirmesinde kendilerine borçlu olduğunu açıkça söylüyor.

Amerika ise söyleminde “Esad zalim” diyor; ama eylemlerinde Esad’ın muhaliflerine saldırılar yapıyor. Esad’ı hedef aldığında ise sadece İran’dan gelen milisleri vuruyor.

Peki, Erdoğan hükümeti Esad ile anlaşırsa ne olur?

Türkiye, iki operasyonla PKK’den aldığı yerleri Suriye rejimine bırakır, İdlip’deki kontrol noktalarını çeker. Suriye rejimi de Türkiye’nin PKK’ye yönelik saldırılarında istihbarat desteği sağlar ve harekata bile gerek kalmadan PKK’nin silahlı gücü adım adım tasfiye edilir. PKK’nin tasfiye edilmesi ise Amerika’nın Suriye’de kalmasını imkansız hale getirir.

Sonuçta Esad’ın zalim saldırıları karşısında savunmasız kalan milyonlarca insanın dramı yaşanır ve bu bölgedeki tüm güçler için “ahlaki intihar” anlamına gelir; ama “siyasi intihar” olmaz.

Zaten “ulus devlet” mantığında evrensel ahlak ilkeleri değil de “ulusal çıkarlar” belirleyici değil miydi?

 

Fark çok

Seçimleri kaybeden ve özel jetle aniden ABD’ye giden eski Brezilya Cumhurbaşkanı Jair Bolsonaro, ABD’de fast-food dükkanında kızarmış tavuk yerken görüntülenmiş.

Bolsonaro, görevi Lula Da Silva’ya devretmesine 2 gün kala kelimenin tam anlamıyla kaçmış.

Bizdeki siyasetten komedi tarzı hikayeler çıkaran bir kesim, Bolsonaro üzerinden Kılıçdaroğlu’nu ve Amerika’da iken “hamburger” yemesini gündeme taşımışlar.

Açık söyleyeyim, hiç uymamış…

Adım adım gidelim:

Bolsonaro, seçimi kaybedip gitmiş, Kılıçdaroğlu seçim kazanmak için…

Bolsonaro bir sağcı, Kılıçdaroğlu, eski solcu; ama şimdilerde liberal solcu, Avrupacı ve hatta Amerika’ya yakın…

Bolsonaro aşı karşıtı idi, Kılıçdaroğlu ise keskin bir aşı taraftarı…

Bolsonaro, kızarmış tavuk yedi ki, bu her yerde yenecek bir yemekti; ama Kılıçdaroğlu, Amerikan menşeli “hamburger” yediğini söyledi.

Bolsonaro, açık açık, gizlemeden bir fast food’a gidip yemeğini yedi; ama Kılıçdaroğlu uçağa binmedi, araçla ve gizlice gitti, 5-6 saat kimse kendisinde haber alamadı ve sonunda “hamburger yediğini” iddia etti.

Bolsonaro, askerden seçim sonuçlarına müdahale bekledi ve bunu açıkça yaptı; ama Kılıçdaroğlu, ortadan kaybolduğu ve araçla gittiği yolun Pensilvanya’dan geçtiğine nedense hiç değinmedi. Belki de Kılıçdaroğlu, Pensilvanya’da “Türk usulü yemek” yapan, mesela “maklubeci” olarak bilinen bir “işletmeye” de uğramıştır; ama dedik ya Kemal beyde Bolsonaro’nun şeffaflığı maalesef yok!