• DOLAR 32.205
  • EURO 35.116
  • ALTIN 2500.695
  • ...

Taksim’deki bombalı terör saldırısı sonrası yüzü topluma dönük siyasi kesimlerin verdikleri tepkiler gerçekten de ilginçti.

Hükümet cenahı biraz tedirgin de olsa sert açıklamalar yaptı.

Bahçeli zehir zemberek sözler sarf etti. PKK’yi açıkça HDP ile eşitledi ve HDP’yi de CHP ile eşitledi.

Beklenmedik açıklama ise Demirtaş’tan geldi:

“Kim hangi amaçla ya da gerekçeyle yapmış olursa olsun, sivilleri hedef alan her saldırı hukuken, siyaseten, ahlâken ve vicdanen terördür. Asla kabul etmiyoruz.”

İmralı ile de Kandil ile de ilişkileri limoni olan Demirtaş’ın HDP’nin aksine bu sert sözleri sarf etmesi “büyük oynadığını” gösteriyor.

Evet, yanlış okumadınız, “büyük oynadığını” düşünüyorum, çünkü bu konularda birazcık samimiyeti olsaydı 6-8 Ekim vahşetine karşı da biraz tepki koyardı.

İktidarın da ortağı MHP’nin de muhalefetteki CHP’nin de üslubunun anlaşılır bir tarafı var; ama mesela ben Ali Babacan’ın söylediklerine bir anlam veremedim.

Açıklamasına şöyle bir giriş yaptı Babacan:

“Uzunca bir süredir bu kadar büyük terör olayı yaşamamıştık. Bu tür terör hadiselerinde milletçe bir olmak, beraber olmak son derece önemli. Topyekûn teröre karşı sağlam bir duruş gösterebilmek de son derece kıymetli gerçekten. Allah beterinden saklasın.”

Bu sözlerde bir sorun yok öyle değil mi?

Ama bekleyin, bakın neler oluyor…

‘İstiklal Caddesi’nde yaşanan bombalı saldırıdan sonra, akıllara 7 Haziran-1 Kasım 2015’te yapılan seçimler arasındaki terör saldırılarının geldiğini ve seçimden önce böyle bir sürecin başlamasından endişe duyanlar olduğunu’ soruyor bir gazeteci.

Tarihe dikkat etmenizi hatırlatarak Babacan’ın ne dediğine bakalım:

“Terörle mücadelede, PKK ile mücadelede hükûmetin iddia ettiği bir başarı var. Madem böyle bir trend oluştu, seçime kadar da bu başarılarını devam ettirsinler. Madem kendi ellerinde bu başarı, biz yaptık diyorlar, madem öyle seçime kadar bu başarılarını devam ettirsinler. Bu sorunu önleme açısından baktığımızda birinci derece sorumlu hükûmettir. Vatandaşlarımızın da süreci yakından takip etmesi lazım. Sağduyulu biçimde takip etmesi lazım.”

Sizi bilmem; ama bana çok ilginç geldi.

Ali Babacan, AK Parti’de 3 dönem milletvekili ve bakan olarak görev yaptıktan sonra 7 Haziran 2015’teki seçimde “3 dönem kuralı”ndan dolayı aday olamadı. Ama seçim için geçici hükümetin kurulduğu 28 Ağustos 2015 yılına kadar “başbakan yardımcısı”, geçici hükümette de “başbakan danışmanı” olarak görev yaptı. 1 Kasım 2015 tarihindeki seçimlerde yeniden aday oldu ve milletvekili seçildi. Haziran 2018’deki seçimlerde aday olmadı; ama ancak 1 sene sonra, yani 8 Temmuz 2019 tarihinde partisinden istifa etti.

2015’ten 2019’a tam dört yıl geçmiş ve bu süre içerisinde Babacan bir şey görmemiş, belki 2019 sonrası belki de daha yeni yeni aydınlanmaya başlamıştır.

Öyle ya, bir gazeteci kendisinin de milletvekili seçildiği 1 Kasım seçimlerinin sonuçlarını “patlatılan bombalara” bağlıyorsa ve siz buna bir tepki vermiyorsanız ben başka ne düşünebilirim?

Her durumda değil; ama bazı durumlarda “sukut ikrardır” gerçeğini kabul etmek lazım.

Maalesef…

SORUN YOKMUŞ, DAĞILABİLİRSİNİZ!

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Endonezya'da düzenlenen G20 Liderler Zirvesi'nde yine dikkatleri üzerine toplamayı başardı.

Birçok liderle görüştü, önemli mesajlar verdi.

Biden ile görüşmesinden sonra F-16 sorununun çözüleceğine dair açıklamalar yaptı, tahıl koridoruna değindi, Yunanistan’a yönelik “Bir gece ansızın gelebiliriz” tehdidini tekrarladı.

Basın toplantısında ilginç bir soruya muhatap oldu Erdoğan.

Merkezi Irak Kürdistan bölgesinde bulunan Rudaw kanalının muhabiri şöyle bir soru sordu: "Türkiye'nin Ege Denizi'nde, Suriye'de ve Irak Kürdistanı'nda sert bir politika izlediğine ve Türk bombardımanlarında sivillerin öldüğüne inanan birçok kesim var. Bu politikada belki de seçimlerden sonra bir değişiklik olacak mı?" sorusuna Erdoğan şu şekilde yanıtladı:

"ABD'de yaşayan bir Türk olduğunu söylediniz. Buna pek inanmıyorum. Farklı bir ırkçılığın içindesiniz. Sorduğunuz soru bunu aynen ortaya koyuyor. Bizim Kuzey Irak'ta veya Suriye'nin güneyinde oradaki Kürtlerle ilgili herhangi bir sorunumuz yok. Türkiye'deki Kürt vatandaşlarımızla bu tür bir sorunumuz olmadığı gibi."

Tamam, siyasetçiler bazen soruya cevap vermek yerine etrafında dolaşır, değinir gibi yapar ve konuyu kapatmaya çalışır; ama Erdoğan’ın yaptığı böyle bir şey değil.

Tamam, Rudaw’ın özellikle Türkiye’de çalışan elemanlarının kullandıkları haber dilinden dolayı “Apocu” olduklarına dair çok sayıda iddia da var.

Ama burada soru ve cevap arasında pek bir alaka yok!

Soru son derece normal.

Türkiye, ister adaların silahlandırılmasına gösterdiği tepkiyle olsun, ister PKK ve YPG ile mücadele olsun, Ege, Suriye ve Irak’ta sert bir politika izliyor. Yunanistan’ın anlaşmaları hiçe sayarak adaları silahlandırmasına “müdahale tehdidi” ile cevap vermenin “yumuşak bir politika olduğunu herhalde kimse söyleyemez. Yine Irak’taki PKK varlığına karşı yürütülen operasyonlar için “Terörle mücadelede kararlılık” tanımını kendileri yapmıyor mu?

Rudaw muhabirinin “bombardımanlarda sivillerin öldüğüne inanan birçok kesim var” sözünde ne gibi bir sakınca var? Aksine bir gazeteci tarafsızlığıyla “bazılarının eleştirilerini dile getirmek” istiyor sadece. Bu durumun da konjonktürel olabileceğini düşünüp seçim sonrasında bir politika değişikliği olup olmayacağını soruyor.

Peki Erdoğan’ın cevabı?...

Bu sorudan “farklı bir ırkçılık” çıkarma başarısını gösteriyor Erdoğan.

Ve şu ilginç cevap:

“Bizim Kuzey Irak'ta veya Suriye'nin güneyinde oradaki Kürtlerle ilgili herhangi bir sorunumuz yok. Türkiye'deki Kürt vatandaşlarımızla bu tür bir sorunumuz olmadığı gibi.”

Gerçekten de bir sorun yok mu?

Hadi Suriye’deki PYD yapılanmasının PKK ile olan bağını ve bundan dolayı da hedef olmasını anladık, Kandil’e ve diğer PKK kamplarına yönelik operasyonları da anladık; ama Türkiye Cumhuriyeti devletinin sorunu sadece PKK ile midir?

Mesela Irak Kürdistan Bölgesinde gerçekleştirilen ve yüzde doksandan fazla kabul gören “Bağımsızlık referandumunda” Erdoğan neden o kadar sert bir tepki gösterdi?

“Senin bağımsızlığını kim kabul edecek? Dünya İsrail'den ibaret değil ki. Bunlar sadece biz yaptık oldu demek istiyorlar. Olmayacak. Yaptırımlarımızı uygulamaya başlayınca ortada kalacaksın.”

Sorun Irak’ın bölünmesi miydi, Türkiye ile sorunu olmayan bir bölgede bağımsız bir devlet kurulması mıydı yoksa Kürdistan ismi miydi?

“Türkiye'deki Kürt vatandaşlarımızla bu tür bir sorunumuz olmadığı gibi” derken ne tür bir sorundan söz ediyor Erdoğan?

Güney Sudan’ın Sudan’dan ayrılmasına, Doğu Timor’un Endonezya’dan ayrılmasına ses çıkarmayan, hatta Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılmasını destekleyen Türkiye, tek sorun olarak Irak Kürdistan bölgesini mi görüyor?

Bir de “Dünya İsrail'den ibaret değil ki” diyerek Kürdistan’ın arkasında Terör rejiminin olduğunu ima ediyordu.

Şimdi işgalci çete ile araları düzeldi, büyükelçi atadılar, hatta Türkiye’nin savunma bakanı “İsrail ile aramızda tarihi ve kültürel bağlar” var diyerek sıcak mesajlar da verdi.

Siyonist terör çetesi, hem işgalci, hem gasıp, hem katil hem de hukuk tanımayan bir eşkıyadır.

Onca bağırıp çağırmadan, onca suçlamadan sonra can ciğer oldular bir anda.

Eğer başlığı merak ediyorsanız açık açık söyleyeyim. Bazıları için işgalci Siyonist çete ile bir sorun yokmuş.