• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

BROOKİNGS’DE KONUŞAMAMIŞ

Kılıçdaroğlu’nun Amerikan ziyareti ve özellikle de kaybolduğu “8 saat” çok tartışıldı.

CHP liderine yakın çevreler yol üstünde New York’a uğradığını, Turken Vakfına ait kulenin önünde açıklama yaptığını, bir yerde hamburger yediğini söyleyerek meseleyi kapatmak istediler; ama hükümete yakın çevreler meseleyi eşelemeye devam ediyorlar.

Özellikle de arada Pensilvanya’nın bulunması AK parti cenahına büyük bir koz vermiş durumda.

CHP’lilerde de Amerikan dönüşü bir hayal kırıklığı okunmuyor değil.

Önemli hiçbir kurumdan davet alınmaması, önemli hiçbir yetkili ile görüşülmemesi not alınması gereken ayrıntılardır.

Hatta Nihal Bengisu Karaca, yazısında Kılıçdaroğlu’nun Amerikan ziyaretini değerlendirirken ilginç bir isim bile zikretti:

“Öncelikle şunu söyleyeyim, ben de ABD gezi programını zayıf bulanlardanım. Brookings’de yapılacak bir konuşma ve daveti içermeyen her program zayıf olurdu ve öyle de oldu.

Ancak bir ülkenin ana muhalefet partisi liderinin yurt dışına gitmesi ve altılı masa da dahil olmak üzere ülkenin yeni muhalefet tablosunu anlatması ve tanıtması kadar doğal bir şey olamaz.”

Sondan başlayacak olursak şununla başlayabiliriz: Kusura bakmayın Nihal Hanım; ama hiç de doğal değil. Altılı masada yaşananlar da yeni muhalefet tablosunun hedef ve amaçları da daha iç kamuoyuna anlatılmamışken bunun ABD’de anlatılması ve tanıtılması hiç doğal değil.

Demirel’in, Özal’ın, Erdoğan’ın daha önce bunu yapmış olması da bunu doğallaştırmaz!

Türkiye Cumhurbaşkanını Türkiye halkı seçecek ve seçilecek kişi öncelikle bu halka karşı sorumlu olacak. Adaylar da bundan dolayı hedef ve siyasetlerini öncelikle bu halka anlatmak durumundadırlar.

Konuyu daha fazla uzatmadan Nihal Bengisu Karaca’nın şu ifadesine özellikle takıldığımı belirteyim:

“Brookings’de yapılacak bir konuşma ve daveti içermeyen her program zayıf olurdu ve öyle de oldu.”

The Brookings Institution, ya da bizde bilinen ismiyle Brookings Enstitüsü, ABD merkezli bir düşünce kuruluşu olarak bilinir.

Ancak ABD merkezli düşünce kuruluşlarının çoğunda olduğu gibi Brookings de ABD istihbaratıyla ve küresel sermaye çevreleriyle güçlü bağlantıları olan bir kuruluş.

Erdoğan da bazı ABD ziyaretlerinde bu kuruluşta konuşma yapmış.

Şimdi bu kuruluş ile ilgili bazı ayrıntılar verelim.

Birkaç ay önce medyaya şöyle bir haber yansıdı:

“Katar için lobicilik yapma suçlamasıyla FBI'ın soruşturduğu Brookings Enstitüsü Başkanı istifa etti.”

Yani Brookings sadece bir düşünce kuruluşu değilmiş.

FBI soruşturmasında kurumun başkanı John R. Allen'ın elektronik verilerine el konulmuş.

Peki, bu Allen denilen adam kim?

2011-13'te Afganistan'daki ABD ve NATO güçlerini komuta eden Allen bir general ve 2014-15'te IŞİD'le Savaşan Küresel Koalisyon'da ABD Başkanı Temsilcisi olarak çalıştı.

Ve sıkı durun…

Allen, Siyonist çete eski Genelkurmay Başkanı ve halihazırdaki Savunma Bakanı Benny Gantz'ın bir dönem yönettiği şirket için de çalıştı.

Allen’e yöneltilen suçlamalar arasında bazı faaliyetler karşılığında Katar’dan milyonlarca dolar alındığı da var. Ve muhtemelen tüm problem de bu paraların paylaşılmamasından kaynaklanmıştır.

Yani demek istiyoruz ki, Brookings denilen kurum “düşünce kuruluşunun” çok ötesinde işlere girişen, krizler çıkarıp krizler yöneten, yönetimler değiştiren istihbarat ve Pentagon bağlantılı kirli-karanlık bir örgüt aslında.

Nihal Bengisu Karaca, herhalde bunların tümünü biliyor olacak ki, Kılıçdaroğlu için “böyle bir kurum davette bulunmamışsa işi zor demektir” demek istiyor.

Nitekim Nihal Bengisu Karaca ile aynı platformda yazan Fatih Altaylı, Etyen Mahçupyan’ı ve siyaset yaptığı sosyal çevreyi uzun uzun eleştirdikten sonra sözünü eğip bükmeden Kılıçdaroğlu’nun aday olmaması gerektiğini yazmış:

 “Mahçupyan, liberal olma iddiası ile Mansur Yavaş’ı örnek göstermiş ama asıl olarak muhafazakar olmayan bir aday, DEVA ve Gelecek tabanından ve hatta İyi Parti’nin milliyetçi tabanından ve muhtemelen muhafazakar Kürt seçmenden oy alamayacaktır.”

Yani tüm helalleşme çağrılarına, başörtüsüne yasal güvence çıkışlarına rağmen Kemal Kılıçdaroğlu’nun işi gerçekten de zor görünüyor.

BİRAZ DAHA GERİYE TEMEL BEY!

Temel Karamollaoğlu, bir televizyon kanalında Erdoğan’ı eleştirerek şu açıklamaları yapmış:

“Sayın Babacan sağ koluydu. Abdullah Bey, Davutoğlu. Çok isim var. Bunların hepsi neden ayrıldı? Artık gidişata kendileri etki edemeyeceklerini gördüler. İtiraz ediyorlar, kâle alınmadılar. Sayın cumhurbaşkanı bunu dikkate alması gerekirdi. Sayın cumhurbaşkanının da politik tarafı var. Kendisinin iktidara gelmesi bence proje neticesindedir.”

Çok da detaya girmeden “Biraz daha geriye Temel Bey” diyeyim.

Abdullah Gül ile beraber Abdullatif Şener, Bülent Arınç, Mehmet Ali Şahin gibi çok sayıda isimden ve bunların aslında Refah-Fazilet kökenli olduğundan haberiniz var mı yoksa unuttunuz mu?

Bu isimler için sizin ifadelerinizle konuşursak “Erbakan’ın yanındaydılar, itirazlarda bulundular; ama kâle alınmadılar ve ayrı parti kurdular” desek yanlış bir şey söylemiş olmayız değil mi?

Kimin proje olduğu konusuna ise istersen hiç girmeyelim çünkü o alan pek temiz değil.

HANİ İSRAF BİTECEK SORUN KALMAYACAKTI?

Ankara Büyükşehir Belediyesi şebeke suyuna çok yüksek oranlarda zam yapmış ve bunu da maliyetlerin artmasına bağlamıştı.

Belediye meclisi bir adım atarak yüzde 50 indirime karar verdi.

Mansur Yavaş, meclisin kararını veto etti; ama meclis bir daha aynı kararı verdi. Artık Başkanın veto yetkisi yok, en fazla kararı mahkemeye taşıyabilir.

Belediye Başkanı Mansur Yavaş, Su ve Kanalizasyon İdaresi’nin (ASKİ) zaten maliyetinin yarısına ücretlendirdiği su tarifelerinde yüzde 50 daha indirim kararı alınmasına tepki gösterdi: “Bu indirim uygulandığı takdirde ASKİ’nin su geliriyle personel maaşlarını ödeyemeyeceğiz. Hiç yatırım yapamayacağız, elektrik giderini karşılayamayacağız.”

Şimdi ben şunu anlamıyorum.

Seçim vaatlerinde “israf bitecek, kaynaklar belediyeye akacak” diyeceksin, su fiyatlarında indirimden söz edeceksin ve 3 yıl geçtikten sonra yaptığın yüzde 300’leri bulan zamlar için “maliyetler arttı” mazeretine sığınacaksın.

Üç yılda israf bitmişse ayrıca neden suya zam yaparak kaynak arıyorsun ki?

HEPİMİZ…

Geçenlerde Antalya’da “Dünya Bilek Güreşi Şampiyonası” yapılmış ve Türkiye’den bir sporcu birinci olmuş. Ödül töreni sırasında 2 ve 3’üncü sıradaki Kazak sporcular ülkelerinin bayrağını açınca ortada duran 1’inci sıradaki sporcunun önü de kapatılmış. O da yan taraftan ay yıldızlı bayrağı alıp Kazak bayrağının üstüne koymuş. Kısa bir süre çekişmişler.

Haberin yorumlarında bazıları sporcuyu överken bazıları da “sakin olun hepiniz Türksünüz” gibi şeyler yazmış.

Ulus devlet mantığında “Tek millet iki devlet” söyleminin pek de bir şey ifade etmediğini gösteren ilginç bir örnek aslında; ama ben haberi okurken aklıma sadece şu geldi:

“Ayet-i kerimede Yüce Allah buyuruyor: “Ey insanlar! Hepiniz Adem’densiniz, Adem de topraktandır.” Evet, hepimiz Bingöllüyüz!”

TAYFUN AYM’YE

Kamuoyunda “sosyal medya yasası” olarak bilinen düzenleme “kötü kullanıma müsait” ve “başka taraflara çekilebilir” özelliklerinden dolayı eleştiriler aldı; ama muhalefetin düzenlemeye yönelik tutumu gerçekten de anlaşılması zor bir şeydi.

Komisyonlarda ya da Mecliste konu tartışılırken itiraz edilen yerlerin düzeltilmesi için girişimlerde bulunmak yerine toptancı bir yaklaşımla “istemezük” tavrı takındılar.

Hemen her düzenlemede olduğu gibi bu da muhalefet tarafından Anayasa Mahkemesine götürüldü.

Ve işte kamuoyunda oluşan algı…

Rize'de ROKETSAN'ın geliştirdiği yerli füze 'Tayfun' test edildi. Karadan denize yapılan uzun menzilli atışta 'Tayfun', 561 kilometre uzaklıktaki hedefi başarı ile vurdu.

Sosyal medyada şöyle bir yorum gördüm:

“CHP bu füzeyi AYM’ye götürür.”