SİYASET GEMİSİ MESLEK DAYANIŞMASI YA DA BOZACININ ŞAHİDİ ŞIRACI
Vatan Partisi genel başkanı Doğu Perinçek, yine ilginç ve gündem olabilecek açıklamalarından birini yaptı: “Mehmet Ağar’ı hedef alanlar sicili bozuk adamlar, ben Ağar’ı savunuyorum ve ona kefilim.”
Söylediklerini gerekçelendirdi Perinçek: "Sayın Mehmet Ağar geçmişte aslanlar gibi PKK'yla mücadele etmiş, FETÖ'yle mücadele etmiş bugünkü duruşu da milli olan ve emniyette de hep başarılı sicili olan bir devlet adamıdır."
“Bozacının şahidi şıracı” desem uyar mı, diye düşünmedim değil.
Şimdi biri çıkar da “Hangisi bozacı, hangisi şıracı?” der, ben de işin içinden çıkamam, o yüzden de temkinli davranmaya çalışıyorum.
Kısa birkaç şey paylaşayım, kimin ne olduğuna siz karar verin.
Perinçek’ten başlayalım.
Yıllarca Marksist bir ideolog ve hareket lideri olarak tanındı ve Mao Tze Dung’un Çin ekolüne yakınlığı dile getirildi.
Yanında kimler mi vardı? Halil Berktay, Şahin Alpay, Oral Çalışlar ve buna benzer çok sayıda isim.
İşkencede öldürülen solun efsane isimlerinden biri olan İbrahim Kaypakkaya da bir süre Perinçek ile kaldı sonra ayrıldı.
12 Eylül darbesi sonrası mahkemelerde “asıl misyonunu” şöyle anlattı Perinçek:
“Aydınlık üç yıla yakın yayını ile anarşi ve teröre karşı gerçekten büyük bir mücadele yürütmüştür. Terör çetelerini birer birer halkın önüne çıkararak teşhir eden Aydınlık, ülkemizin birliği ve iç barış için yaptığı hizmetlerle unutulmayacak izler bırakmıştır. Devlet teröre karşı mücadelede Aydınlık’tan yararlanmıştır. Birçok yetkili bu gerçeği belirtmiş ve Aydınlık’a sık sık başvurmuştur. MGK Genel Sekreterliği’nin Anarşi Raporu’nda Aydınlık’ın kaynak olarak kullanıldığı gazetelere yansımıştır.”
Uzun yıllar Perinçek ile teşriki mesaide bulunan Gün Zileli, anılarında bu “ihbarcılık” meselesini şöyle anlatır:
“Gazeteye uğradığım bir gün, yeni çıkmış prova sayıyı gözden geçiriyordum. Birinci sayfadaki bir haber dikkatimi çekti. O günlerde, Ümraniye’de beş ‘sağcı’ işçinin, TİKKO örgütü tarafından kurşuna dizildiği iddiası yer alıyordu gazetelerde. Bu, saçma sapan, vahşice bir eylemdi. Kim yaparsa yapsın bu tür bir eyleme karşı çıkmak gerekirdi gerçekten de. Ancak, Aydınlık’ın o günkü prova nüshasında, böyle bir kınamayla yetinilmiyor, gazete, polis hafiyeliğine heveslenip, işçileri kurşuna dizdiğini iddia ettiği TİKKO’cuların isimlerini açıklıyordu. Dehşetle irkildim. Devrimci bir gazetenin, kınamanın ötesine geçip, olayı ‘gerçekleştiren’leri polise açık açık ihbar etmesi türü bir tutumla ilk kez karşılaşıyordum. (...) Bu olay, daha sonraki dönemde, Aydınlık gazetesinin, solcuları, polise ve devlete ihbar etme siyasetinin, hatırladığım ilk örneğidir.”
12 Eylül sonrası yargılandı; ama hiçbir zaman darbeye karşı bir duruş sergilemedi Perinçek. Sanki “muhalif gibi görünsün” diye hapse atılmıştı; ama işkencelerin ayyuka çıktığı bir dönemde gardiyanlarla ping pong oynayacak kadar ayrıcalıklı bir mahkumdu. Hatta Oral Çalışlar’ın kitabında anlattığına göre cezaevi komutanı doğum gününde Perinçek’e çiçek almıştı. (Öcalan’a çiçek vermesini bu bağlamda değerlendirebilir miyiz, bilemiyorum)
1987’de 2000’e Doğru dergisini çıkarmaya başladı.
Dergi sol bir dil kullanıyordu; ama iki hedef belirlemişti: Din düşmanlığı ve PKK’ye destek…
Solun birçok önemli isminin yazı yazdığı derginin hemen her sayısında Turan Dursun, İslami değerlere, İslam’ın aziz Peygamberine hakaret yazıları yazıyordu. Dergi kapak konularının çoğunda ise PKK’yi öne çıkarıyordu. 1989 ve 1991’de iki kez Öcalan ile görüşen Perinçek, şimdilerde “Türkiye yurtseverliği adına görüştüm” diyorsa da o zaman çok sıcak ve samimi fotoğraflar veriyordu.
Bazı kapaklarında şunlar yazıyordu derginin:
“Gerilla barınamasın diye ordu ormanı yakıyor.”
“Kürt sorununa çözüm: Demokratik federal emekçi cumhuriyeti”
“Perinçek geçen hafta görüştü: Öcalan’ın tampona cevabı”
Perinçek, “Gerilla kampında” askeri törenle karşılanması için ise “Ben önemli adamım, o yüzden askeri törenle karşılandım” demişti.
1993’ten sonra PKK’ye yönelik “görevi” sona ermiş olmalı ki, yeniden solcu-ulusalcı-Kemalist politikalarına döndü Perinçek.
Ergenekon’dan içeri girdiğinde sadece ulusalcı ve kemalistliği kalmıştı; ama arada bir dini değerlere sataşmaya da devam ediyordu.
Peki ya Mehmet Ağar?...
Bir dönem Emniyet Genel Müdürlüğü, Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı da yapan, kısa süre parti başkanlığını devam ettiren Ağar, bazılarına göre Türkiye’nin en karanlık adamlarından biridir.
Emniyette çok hızlı ilerledi. Bazıları bunu “önemli isimlerin” desteğine bağlasa da bazıları ise bunu sert bir polis olmasına ve işkenceci olmasına bağladı.
Mesela…
1981’de Süleyman Cihan isimli şahıs Mehmet Ağar ekibi tarafından yakalandı ve sorgulandı. Sonra iddialara göre Bostancı’da bir binanın 6. Katından aşağıya atıldı. Ama otopsisinde falaka, Filistin askısı, elektrik işkencelerine maruz kaldığı ve binadan atılmadan önce öldüğü belgelendi.
Bunlar Ağar için sorun olmadı, aksine kariyer basamaklarını hızla çıkmasına neden oldu.
Kaybolup bir daha haber alınamayan solcu üniversite öğrencileri, ayyuka çıkan işkence iddiaları, polis içinde ayrı birimler oluşturmalar…
Doğan Yurdakul, “Mafya ve Derin devlet” kitabında şu ayrıntıyı anlatır:
“Mehmet Eymür, en önemli haber kaynağı Tarık Ümit’in nasıl kaybolduğunun izini uzun süre aradı. Eymür’ün araştırmaları Mehmet Ağar, Korkut Eken ve Özel Harekat Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin’e gelip dayanıyordu. Bunun üzerine oturup yeni bir rapor yazdı… İkinci Eymür (MİT) raporuna göre Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından PKK ve Dev-Sol’a karşı faaliyetler için kullanılıyor görüntüsü ile özel bir suç ekibi teşkil edilmişti. Ekip tehdit, gasp, haraç, uyuşturucu kaçakçılığı, cinayet gibi suçların içindeydi. Ekip Genel Müdür Ağar’a bağlıydı ve danışmanı Korkut Eken tarafından sevk ve idare ediliyordu. Grubun eylemleri özel timci polis memurları ile Mehmet Özbey kimliğini kullanan Abdullah Çatlı ile Haluk Kırcı gibi eski ülkücüler tarafından gerçekleştiriliyordu.”
Ve Mehmet Ağar ile ilgili en meşhur suçlamalardan biri…
Başbakan Tansu Çiller, kendisine verilen rapor doğrultusunda şu açıklamayı yaptı:
“Elimizde PKK'ya yardım eden Kürt iş adamlarının listesi var. Listede 60 kadar isim bulunuyor. Devlet PKK'yla olduğu gibi, PKK'ya mali destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir.”
Bu sırada Mehmet Ağar, Emniyet Genel Müdürü idi.
Bundan sonraki 2 yıl içinde şu isimler öldürüldü:
Uyuşturucu kaçakçısı Behçet Cantürk ve şoförü Recep Kuzucu, Cantürk’ün de avukatlığını yapmış olan Yusuf Ziya Ekinci, oto galeri sahibi Fevzi Aslan ve yeğeni Salih Aslan, Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu'nda görevli Namık Erdoğan, uyuşturucu kaçakçısı Savaş Buldan (Pervin Buldan’ın kocası), Hakkarili Hacı Karay ve Diyarbakırlı işadamı Adnan Yıldırım, Behçet Cantürk'ün de avukatı Medet Serhat ve şoförü İsmail Karaalioğlu, avukat Faik Candan, ANAP Keskin İlçe eski Başkanı Metin Vural, İranlı Askar Smitko ve Lazım Esmaelli, MİT’çi Tarık Ümit, Regal Otel'in sahibi Hikmet Babataş, Babataş'ın ortaklarından, “kumarhaneler kralı” olarak bilinen Ömer Lütfü Topal ve Yüksekovalı Nüfus Müdürü Mecit Baskın.
Mehmet Ağar, İçişleri Bakanı iken “Susurluk kazası” oldu ki, bir arabada bir polis müdürü, bir siyasetçi bir de devletin kirli işlerde kullandığı ülkücü mafyadan Çatlı çıktı.
2002’de DYP’nin başına geçti ve Erkan Mumcu’nun ANAP’ıyla ittifak yapacakken son anda “gelen talimat” ile vazgeçti, seçimde baraj altında kaldı.
İşadamlarının öldürülmesinden dolayı “1 numaralı sanık” olarak yargılandığı davada itirafçı Ayhan Çarkın’ın ifadesine rağmen beraat etti.
2011’de Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki Susurluk Davası'nda, Emniyet Genel Müdürü olduğu dönemle ilgili “cürüm işlemek için silahlı teşekkül oluşturmaktan” yargılandı ve “5 yıl ceza” aldı.
2 yıl hapiste kaldı.
Hangi güçler devreye girdiyse artık, oğlu Tolga Ağar, AK Parti’den milletvekili seçildi.
Şimdi tüm bunları okuduktan sonra başa dönüp Perinçek’in Ağar ile ilgili sözlerine bir daha bakın derim.
“Meslek dayanışması” mı dersiniz, bozacı-şıracı mı dersiniz artık siz bilirsiniz.