• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Geçenlerde TSK’nın Kamışlı’da bir PKK hedefine yaptığı saldırıda biri ‘komutan’ olmak üzere 3 kişi öldürülmüştü.

ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM), öldürülen SDG 'komutanı' için sosyal medya üzerinden bir taziye mesajı yayınladı.

Taziye mesajında, "Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Komutan Yardımcısı Salwa Yusuk 22 Temmuz 2022'de Suriye'nin Kamışlı yakınlarında düzenlenen saldırıda 2 kadın savaşçı ile birlikte öldürüldü. 2017'den bu yana IŞİD'e karşı mücadele veren kritik liderlerdendi. Bu 3 savaşçısının ailelerine, Kuzeydoğu Suriye'deki insanlara ve SDG ortaklarımıza başsağlığı diliyoruz" ifadelerine yer verildi.

CENTCOM'un PKK'lılar ile ilgili yayınladığı taziye mesajına tepki gösteren Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın 'Esefle karşıladığımızı ve en şiddetli şekilde kınadığımızı ifade etmek istiyorum. Bu, terörle mücadele ve NATO ittifakı bağlamında asla kabul edilecek bir şey değil' dedi.

Buraya kadar her şey normal öyle değil mi?

Türkiye, YPG'yi, PKK’nın Suriye’deki uzantısı olarak görüyor ve bu yapıyla ilişkili SDG gibi örgütlerin de ‘terör örgütü’ olarak kabul edilmesini istiyor.

Amerika arada bir YPG ile PKK arasında irtibat olduğunu kabul etse de onları “alandaki müttefik” olarak kabul ediyor ve türlü silahlarla donatıyor.

Normal olmayan şey CHP’nin konuyla alakalı açıklaması…

CHP Sözcüsü Faik Öztrak, "Ülkemizde teröre bulaşmış bir terörist için Amerika Birleşik Devletleri Merkez Komutanlığının taziye mesajı yayınlanmasını kabul etmemiz mümkün değildir, kınıyoruz" açıklamasında bulundu.

Şöyle diyenler çıkabilir: “Laik Kemalist Türkiye cumhuriyetinin kurucu partisinden böyle bir açıklama gelmesinden daha tabii bir şey yok, normal olmayan senin önyargıların!”

Biz buna önyargı değil de arşiv bilgisi desek nasıl olur acaba?

Mesela…

20 Ekim 2014 tarihinde grup toplantısında Kemal Kılıçdaroğlu şunları söylemiş: “YPG terör örgütü değil, vatanını kurtarmak için örgütlenmiş bir oluşumdur”

10 Şubat 2016’da İngiltere’de bir toplantıda CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu, PYD’nin terör örgütü olmadığını, halkını savunduğunu iddia etti.

2 Şubat 2018’de bir programda "PYD'yi terör örgütü olarak görüyor musunuz" sorusunu CHP'li Selin Sayek Böke şöyle cevapladı: “Şimdi ne ben ne arkadaşlarım bir yapının terör örgütü olarak değerlendirmesini yapacak istihbari bilgiye ve yapıya sahip değiliz” dedi.

23 Ekim 2019’da ise CHP’li Erdal Aksünger, bir televizyon programında “PYD benim gözümde terör örgütü değildir” dedi.

Yani arşivlere göre CHP, bu yapılanmaya “terör örgütü” demiyor.

Öyleyse ne değişti de Faik Öztrak hem yapılanmaya terörist diyor hem de taziye mesajı yayınlayan ABD’yi kınıyor?

Seçime doğru giderken HDP tabanının oylarına ihtiyacı olduğunu biliyor, küstürmemek adına çok özenli bir dil kullanmaya çalışıyor; ama sussa da kimsenin bir şey demeyeceği bir meselede hem PKK’ye terörist diyor hem de ABD’yi kınıyor.

Doğrusu meseleyi anlamakta zorlanıyorum.

İhtimalleri söyleyeyim:

-Devletin derinlerine “iktidara gelirsek klasik CHP politikalarını uygulayacağız, size tabi olacağız” mesajı verilmiş olabilir.

-İYİ Parti tabanına, “Bizim asıl yüzümüz bu, diğer yüzler seçim amaçlı geçici kullanımlık” demek istiyor.

-HDP tabanına “Masada olmamanız bazılarını kesmiyor ve birçok yerde bize ‘PKK destekçisi’ suçlaması yapılıyor, biz de buna karşı söylemlerde biraz revizyona gidiyoruz, yanlış anlamayın, köprüden geçinceye kadar” mesajı veriliyor.

-Amerika’ya “Biz gelmesek TSK içerisinde söz sahibi olmanız zor, o yüzden de kınamalarımızı sineye çekmeniz lazım” demek istemiş olabilir.

İşin aslı hepsi de olabilir, hiçbiri de olmayabilir.

Ortada “Bizans oyunları” ile meşhur bir parti ve “kasetle başa geçen” bir genel başkan var.

 

ERDOĞAN’IN RAKİBİ

Ayasofya’nın esaretten kurtarılmasının üzerinden 2 yıl geçti; ama Kemalist taifedeki hazım problemi devam ediyor.

“İbadete açılmamalıydı” diyemeyenler, özellikle Ali Erbaş’ı hedefe koymaya çalışıyorlar.

İYİ Parti Genel Başkan Başdanışmanı Aytun Çıray, Ali Erbaş’ı yargılayacaklarını ilan ediyor:  “İlk seçimlerde bu siyasi iktidar gidecek ve hukukun üstünlüğü tekrar hâkim olacaktır. O zaman bu bürokratlar kanun ve yargı önünde hesap verecekler.”

Ali Erbaş’ın, “Vakıf malı dokunulmazdır, dokunanı yakar! Vakfedenin şartını çiğneyen lanete uğrar” sözlerinden yola çıkarak “Diyanet İşleri Başkanı Atatürk’e lanet okudu” diyor ve çok kızıyorlar.

Bu arada nasıl bir çelişki yaşadıklarını ise hiç fark etmiyorlar, çünkü çok öfkeliler!

Öyle ya hem “Hukukun üstünlüğü” diyeceksin hem de hukuk hiçbir karar vermemişken “hesap verecekler” diyeceksin.

Üstelik Aytun Çıray, hukukçu da değil, iyi mi?

Ali Erbaş’a çok kızanlardan biri de Ekrem İmamoğlu…

2019 İstanbul yerel seçimlerinde ‘oyların çalındığını’ söyleyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın açıklama yaptığında yanında durmuş Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş…

Söz tahlil etmeyi seviyorum ya işte İmamoğlu bu anlamda önüme tabiri caizse gollük paslardan birini attı.

Şunları söylemiş Ali Erbaş hakkında:

“İnancım gereği Diyanet İşleri başkanını ben kabul etmiyorum, benim başkanım değil. Siyasi bir açıklama yapıp, birisi hakkında iftirada bulunurken onu teyit edercesine gülüyorsanız, beni temsil etmezsiniz. En büyük günah iftiradır. Benim Diyanet İşleri başkanım olamazsınız. Ben sünni bir ailenin çocuğuyum, Müslümanım, şahsen benim olamazsınız.”

Her cümlesi efsane İmamoğlu’nun…

“İnancım gereği Diyanet İşleri başkanını ben kabul etmiyorum” diyor mesela.

Diyanet işler Başkanını kabul edip etmemenin inanç konusu olup olmadığını tartışmak anlamsız olduğu için geçiyorum. Ama Ekrem Başkandaki cesarete hayran olmamak elde değil!

“En büyük günah iftiradır” diyor.

Şimdi burada “Büyük günahların” neler olduğu konusuna girersek fazla uzar; ama başkana zina, faiz ve içki içmenin de büyük günahlardan sayıldığını ve bunlara da tepki gösterip göstermediğini sorsak…

“Ben sünni bir ailenin çocuğuyum, Müslümanım..”

İşte konuşmanın can alıcı noktası burası sanırım.

“Ben Müslümanım” demek yeterli iken neden Ekrem başkan özenle “Sünni” olduğunu belirtiyor?

Sanırım meseleyi anladınız!

Genel başkanının Cumhurbaşkanlığına aday olmayı iyice kafasına koyduğu böyle bir dönemde “taca değil auta atılmış” olmanın dayanılmaz çaresizliği ile bir tür “altın vuruş” hamlesi…

Ya herro, ya merro…

“Ben Sünni ve Müslümanım” diyor; ama aynı şekilde aday olmayı düşünen Genel Başkanının “Alevi” olduğunu ima ediyor…

Olabilir değil mi?

Bu hamle adaylığının önünü de açabilir, İBB başkanlığını kaybetmesine de neden olabilir.

Herkes Kılıçdaroğlu’na teslim oldu ve çekildi diyor; ama hamleler hiç de bunu göstermiyor.

Mesela çok tatile çıkması konusu tartışılırken neden kendini uzun süre Belediye Başkanlığı yapmış olan Kadir Topbaş ile değil de görev süresini tamamlamasına izin verilmeyen Erdoğan ile kıyaslıyor ki, Erdoğan döneminin üzerinden 25 yıl geçmiş!

Erdoğan’ın başkanlıktan alınması ve hapse girmesinin siyaseten önünün açılmasına vesile olduğu söyleniyor ya, Ekrem de görevden alınabileceğini iddia ediyor.

Yani aslında “Erdoğan’ın rakibi ancak ben olabilirim” diyor; ama gel de bunu Kılıçdaroğlu’na anlat!