• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Hükümet çevrelerinden medyaya yansıyan “Anıtkabir ziyaretleri” sayısındaki artış, Atatürk dönemini takdis çabaları “Muhafazkar demokrat”lığın gittikçe “Muhafazakar Kemalizm”e doğru evrildiği yönündeki tartışmalara neden oluyor bir süredir.

Perinçek’in “Devleti aslında ben yönetiyorum” havaları çok ciddiye alınmıyor, doğru; ama bu arada Perinçek zihniyetinden bazı isimlerin “Hariciye bürokrasisine” alınması kafaları karıştırmıyor değil.

SADAT tartışmaları ve hedef göstermeler tüm hızıyla devam ederken, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum’dan son derece “uçuk” bir açıklama geldi:

"Ben solcu bir adamım. Atatürk benim kırmızıçizgimdir. Yeni anayasa da laiklik ve Atatürk üzerine kurulacak."

Açıklama “herhalde” bazı çevreleri sevindirdi; ama AK Parti’ye yakın çevrelerde tepki gösterenler de oldu.

Şamil Tayyar, bir danışmanın kendini danışmanı olduğu makamdan üstün görür ifadesine tepki gösterenler arasındaydı: "AKP’nin bir lideri var. Karar organı MKYK var. Bir parlamento var. AKP’nin parlamentoda bir grubu var. Sanki hepsinin üzerinde, tek karar vericiymiş gibi hüküm cümlesi kuruyor. Bu nasıl bir özgüven? Nasıl bir şımarıklık?"

Şımarıklık ve özgüven bir tarafa söylenen sözlerin tarih ve bağlam ile olan bağlantısı da ciddi biçimde sorunlu.

Atatürk dönemi (23-38 arası) tek partinin hakim olduğu, kafatası ölçümlerinin yapıldığı, kıyafet bahanesiyle insanların asıldığı, İstiklal mahkemelerinin zulümlerinin toplumun tüm kesimlerinde hissedildiği bir dönemdir.

Tehcirler, Şark Islahat planları, Dersim olayları… bunların hepsi o dönemde yaşananlardır.

Ama bunların hepsi bir yana ben Mehmet Uçum’un “solcu” olmasına takıldım.

Mesela Solcu olan Nazım Hikmet ile Sabahattin Ali’nin “Atatürk döneminde” neler yaşadıklarını “Solcu” Mehmet Uçum bilmiyor olamaz.

Bir de birileri Kemalist rejim tarafından idam edilen “Atatürkçü” Deniz Gezmiş ve iki arkadaşından söz ediyor ya ben yine aşırı “sol” düşünceden olan birinden, İbrahim Kaypakkaya’nın Kemalizm’e dair görüşlerinden söz edeyim istiyorum.

İbrahim Kaypakkaya, Mayıs 1973’te işkence ile öldürülen TKP-ML’nin kurucusudur.

Bir dönem Doğu Perinçek ile de yoldaşlık etmiş; ama sonra Perinçek’i ve arkadaşlarını “Şafak revizyonistleri” diye suçlamış ve sert eleştiriler yöneltmiştir.

Kaypakkaya’ya göre Kemalizm:

“Kemalistler, M. Suphi ve 14 yoldaşını, kahpece ve hunharca boğazlamışlardır. TKP’yi, M. Suphi yoldaşın ölümünden sonra bu isme layık bir parti olmadığı halde, amansız bir şekilde ve her fırsatta ezmiş, bugün Amerikancı faşist sıkıyönetim mahkemelerinin yaptığını, Kemalist iktidar defalarca yapmıştır; her iki yılda bir, çoğu zaman her yıl en az bir kere, genel tutuklamalar düzenleyerek yüzlerce insanı polis işkencesinden geçirmiş, karakollarda ve zindanlarda çürütmüştür. Sovyetler Birliği’ne, menfaat sağlamayı hesapladığı müddetçe dalkavukluk etmiş, diğer zamanlarda sinsi ve azgın bir düşmanlık beslemiştir.”

“Kemalizm’i övmeyen her türlü yayın faaliyeti yasaktır. İlerde, Kemalist iktidar aleyhine herhangi bir yazının çıkabileceği ihtimali dahi, yayın organlarının kapatılması için yeterli sebeptir. Sonu gelmez “örfi idareler” memleketi kasıp kavurmaktadır ve her bir “örfi idare” yıllarca sürmektedir; meclis, CHP’nin tepesindeki bir avuç yöneticinin ve onun değişmez başkanı M. Kemal’in elinde oyuncaktır; Anayasa da ve bütün yasalar da öyledir, ülkeyi gerçekte ordu yönetmektedir. Kemalizm demek, her alanda Türk şovenizminin kışkırtılması, azınlık milliyetlere amansız bir milli baskının uygulanması, zorla Türkleştirme ve kitle katliamı demektir.”

Şimdi Mehmet Uçum’a sormak istiyorum:

Nazım Hikmet, Sabahattin Ali neden onca sıkıntı ve eziyetle karşılaştı, İbrahim Kaypakkaya’nın yaptığı eleştiriler yanlış mı?

Erdoğan hükümetinin ırkçı-kafatasçı Reşit Galip’in “Andımız” uygulamasını kaldırması senin “kırmızıçizgine” bir zarar vermedi mi? Öyle ya 1933 yılında Milli Eğitim Bakanı olan Reşit Galip, diğer tüm etnik kimliklere “Türk olmayı dayatan” faşist “Andımız” uygulamasını Mustafa Kemal’den habersiz mi yürürlüğe koydu?

KILIÇDAROĞLU BÜYÜK OYNUYOR

Kemal Kılıçdaroğlu, Van’da konuşmuş:

“Haksızlık karşısında susmayacağız. Mahkeme kararlarını uygulamıyorlar, hakimlere baskı yapıyorlar, AİHM kararlarını uygulamıyorlar. Vanlı kardeşlerime söyledim, Osman Kavala'nın da Selahattin Demirtaş'ın da, Harp Okulu öğrencileri 'darbeci' diye yıllardır içeride, onların da hakkını hukukunu savunmak istiyorsanız bize katılacaksınız. 'Beşli çete'lerden, SADAT'çılardan, uyuşturucu baronlarından şikayet ediyorsanız adres belli; bize katılacaksınız."

Siz bu sözleri seçim hazırlığı olarak görebilirsiniz; ama ben farklı şeyler görüyorum.

Kılıçdaroğlu büyük oynuyor.

Osman Kavala derken, liberallere ve Avrupa’ya sesleniyor.

Selahattin Demirtaş derken yine kısmen Avrupa’ya ama daha çok HDP tabanına mesaj veriyor.

Harp okulu öğrencileri derken Gülen grubuna göz kırpıyor.

Beşli çete derken büyük sermayeye, bir süredir “ballı ihalelerden” uzak kalmış kişilere açık çek veriyor.

SADATçılar derken Ergenekonculara ve bir süredir işsiz kalan derin devletçilere “göreve hazır olun” diyor.

Uyuşturucu baronları derken kime mesaj verdiğini de siz bulun artık.

Hepsi tamam; ama yine de “Demirtaş açıklaması”nda bir sorun var gibi.

Eğer mesele “Cumhurbaşkanlığı adaylığı” ise sorun yok; ama ya Kılıçdaroğlu “HDP’nin kapatılacağına” dair bir bilgiye sahipse ve hatta oradan oyları kendi partisine kanalize etmek için “kapatmaya” gizli destek veriyorsa…

Olamaz mı?

HEPİNİZ ORDAYDINIZ!

Üzerinden biraz zaman geçti; ama ben yine de Ali Koç ile Rasim Ozan arasındaki canlı yayın polemiğine değineyim.

Rasim Ozan Kütahyalı, o programda Aziz Yıldırım aleyhine konuşmuş, ayrıca şunları da söylemişti:

“Ben sizin Türkiye’ye katkı sağlayan önemli bir aile olduğunuza inanıyorum. 2014’te Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında yer alınmadı. Fetullah Gülen ile Mustafa Koç konuşmadı mı? Gülen ile Koç Holding’in de ilişkileri vardı. Ben de içi dışı bir adamım. 2013 öncesi için hatalarımız vardır.”

Ali Koç, cevap verirken aileden gelen zenginliğin ve sürekli devlet kademelerinde kayırılmışlığın verdiği rahatlık ve üstenci bakışla cevap verdi:

“Aziz Yıldırım’ın adını ağzınıza alırken ‘Bismillah’ çekin. Terbiyesizlik yapıyorsunuz. Adam 1 sene hapiste yatmış. Başka yere gitmesin bu iş… Cemaatin en dibindeki adam sensin. Kendine gel. Böğürmeye başladın yine. Sabun gibisin, ele avuca gelmiyorsun.”

Rasim Ozan’ın “Cemaat kanallarında arzı endam” etmesinden mi söz etsem, Koç Holding’in “Türkçe olimpiyatlarına” sponsor olmasından mı, Rasim Ozan’ın “MİT antetli kağıtlar göstermesinden mi, operasyonel gazeteciliğin en iyi örneklerini veren “Taraf” yazarı olmasından mı, Fetullah Gülen ve Mustafa Koç arasındaki “Ananas muhabbetinden” mi?

Hangisinin FETÖ ile bağlantısı yok ki!

Bilemiyorum.

Ahmet Kaya “Kürtçe klip yapacağım” dediği için protesto edildikten yıllar sonra birçok sanatçının orada olmadığını, protestoya katılmadığını söylediğini, aradan sıyrılma çabasına girdiğini hatırlıyorum da aklıma şu meşhur söz geliyor:

“Ulan hepiniz ordaydınız!”