• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Ümit Özdağ adındaki ırkçı, uğraştı didindi, allem etti kullem etti, memleketin gündemine girmeyi başardı.

Esnaf denetlerken, kimlik sorarken, hedef gösterirken üzerine gitmeyenler, sonra ne olduysa birdenbire “ajanlığından”, “operasyon çocuğu” olduğundan söz etmeye başladılar.

Komplolara alışkın kulaklarımız, nasıl bir “zülfüyare dokunulduğunu” merak etti; ama “o merakımızı” bir tarafa bırakıp asıl konumuza odaklanalım diyoruz.

Bülent Orakoğlu, Yeni Şafak’ta şunları yazdı:

“MİT görevlisinin Libya’da şehit edilmesini ifşa eden Ümit Özdağ, MHP’nin tepkisini çekti. Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın ‘gerçek yüzünü gösterme zamanı’ diyerek Özdağ’ın FETÖ’nün Yurtta Sulh Konseyi’nde yer alabileceğini iddia ederek Twitter’dan şu iddialarda bulundu:

-Özdağ, İsrail ve Yahudi lobileriyle ve ABD’deki Yahudi think-tank kuruluşu JINSO ile kurduğu gizli ilişkilerin, Rant Corporation ile görüşmelerinin sebebini açıklamalıdır.

-Özdağ, ASAM bütçesiyle gerçekleştirdiği İsrail gezilerinde Mescid-i Aksa’yı mı yoksa MOSSAD’ı mı ziyaret etmiştir?

-Ümit Özdağ’ın “Yurtta Sulh Konseyi” üyesi olup olmadığı araştırılmalı; bu sözde milliyetçinin, aslında Türk milliyetçiliğinin kripto düşmanı ve Türkiye’de küresel aktörler adına görev yapan pis bir ajan olup olmadığı acilen aydınlatılmalıdır.”

“Bülent Orakoğlu dosyasını” daha önce Siyaset Gemisi okurlarına birkaç kez açmış ve Arif Doğan’dan, Sedat Peker’e, Cem Uzan’dan Temel Cingöz’e kadar ilginç bağlantılar üzerinde durmuştuk.

Çiller’in yanındayken “Ergenekonculara karşı olan” Orakoğlu, her nasıl oluyorsa “Ergenekonu, Jitemi ben kurdum” diyen Arif Doğan’dan maddi destek alıyordu ve bu destek de Sedat Peker üzerinden geliyordu.

Kanaatimizce bu konu kriminal olmaktan çok sosyal bilimlerin konusu olduğu için “şimdilik” bir kenara bırakıyoruz.

Orakoğlu’nun aktarımıyla MHP genel başkan yardımcısı Semih Yalçın’ın açıklamalarına odaklanalım diyoruz. Adım adım gidelim.

“Özdağ, FETÖ’nün ‘Yurtta sulh’ konseyinde yer almış olabilir.”

Konseyde yer almış olabilir mi? Her konuda kükreyen Bahçeli’den bu yönde bir açıklama gelmediğine göre Özdağ’ın “farklı ve kritik vecheler” bulunduğunu söyleyebilir miyiz? 

“Özdağ, İsrail ve Yahudi lobileriyle ve ABD’deki Yahudi think-tank kuruluşu JINSO ile kurduğu gizli ilişkilerin, Rant Corporation ile görüşmelerinin sebebini açıklamalıdır.”

Doğrusu Semih Yalçın’ın bunları neden Ümit Özdağ MHP’de iken parti disiplinini devreye sokup sormadığını merak edebiliriz, öyle değil mi?

“Özdağ, ASAM bütçesiyle gerçekleştirdiği İsrail gezilerinde Mescid-i Aksa’yı mı yoksa MOSSAD’ı mı ziyaret etmiştir?”

Az önce merakımızı celp eden soruyu biraz daha açarak soralım.

Özdağ’ın ASAM başkanlığı 2002’de bitmiş.

Yani Ümit Özdağ bu gezilerini MHP’de milletvekili olmadan yapmış.

Yani aslında MHP, Ümit Özdağ’ın bu bağlantı ve ziyaretlerinden haberdardı.

Ve şu çok ilginçtir ki, Ümit Özdağ bu bağlantılarından dolayı değil de Devlet Bahçeli’ye karşı “Genel başkan adayı” olduktan sonra partiden ihraç edilmiştir.

Ümit Özdağ’ın “kripto milliyetçi” olduğu  ve “pis bir ajan” olup olmadığının araştırılması konusunun ise sanırım tahlil edilecek bir tarafı yok!

Adamın o kadar çok bağlantısı var ki, bu ona inanılmaz bir “dokunulmazlık” sağlamış.

Süleyman Soylu onun için “Soros çocuğudur, operasyon çocuğudur” dedi ve daha da ileri gitti: “Haysiyetsiz adam, hayvandan daha aşağı.”

Dahası da var.

Orakoğlu onun için “MİT görevlisinin Libya’da şehit edilmesini ifşa eden Ümit Özdağ” diyor.

MİT görevlilerini basında paylaşan gazeteciler hapis cezası alıyor, “Soros’un adamı” olduğu söylenen Kavala müebbet hapse mahkum ediliyor; ama MİT görevlileri ile ilgili haberin kaynağı olan kişiye, İçişleri Bakanının “Soros çocuğu” dediği kişiye yönelik bir adım atılmıyor.

Soros’un adamlarına karşı bu ayırımcılık neden?

Üstelik bu adamlardan biri olan Özdağ, İçişleri Bakanını, bakanlığın önünde “düello”ya çağırıyor.

Evet, Semih Yalçın! Bu söylediklerimiz karşısında diyeceğiniz bir şey var mı?

 

MİLLİ BİR İŞ

Merdan Yanardağ, bir programda Türkiye’nin Savunma Sanayiinde en önemli kozu haline gelen Bayraktar SİHA ile alay etmiş, yüzde 70’inin montaj olduğunu iddia etmiş, ‘basit bir planör’ benzetmesi yapmıştı.

Meselenin savunma sanayini küçük düşürme tarafı bir yana “ticari boyutu” da olduğu için Bayraktar Savunma'nın sahibi Selçuk Bayraktar, Yanardağ’a karşı bir manevi tazminat davası açtı ve davayı kazandı.

“Kazandı” dediğimize bakmayın, sembolik bir rakam olarak 15 bin TL ödemesi istendi Merdan Yanardağ’dan.

Kendisinden beklendiği gibi çok öfkelendi Yanardağ. Açık açık tehdit etti:

“Dikkat çekiyoruz, bakın biz bunu not ettik, unutmayacağız ve yakanızı da bırakmayacağız. Bu devran değişecek; ama biz bunu unutmayacağız. 'Türkiye'de milli'... Ben de milli bir iş yapıyorum. Bu ülkeye, halka hizmet eden, doğruları ortaya çıkarmak için mücadele eden, bunun için hayatını ortaya koymuş bir insanım."

Aslında tehdide varacak derecede agresifliğe sahip bir dili olduğunu biliyorduk Yanardağ’ın.

Bir süre önce Cüneyt Özdemir ile de bir polemik yaşamış ve Özdemir için "FETÖ yanaşması", "korkak bir soytarı", "tam bir cahil" ifadelerini kullanmıştı.

Bunun sebebi de Cüneyt Özdemir’in medya çevrelerinde bilinen bir konuyu sorularla gündeme getirmesi ve Yanardağ’ın pek de temiz olmayan siciline gönderme yapmasıydı:

"TELE 1 televizyonunu nasıl kurdun, kaynağı nereden buldun ve nasıl finanse ediyorsun? Bu kanalın arkasında kim ya da kimler var?"

TELE 1’in kurulmasının FETÖ’cü Akın İpek’in paralarıyla olan bağlantısından, İBB’den gelen kaynaklardan, CHP bağından söz etmeden Yanardağ’ın son iki cümlesine daha çok takıldığımı belirteyim.

“Ben de milli bir iş yapıyorum. Bu ülkeye, halka hizmet eden, doğruları ortaya çıkarmak için mücadele eden, bunun için hayatını ortaya koymuş bir insanım.”

Nasıl “milli” bir iş yaptığını, halka ne şekilde hizmet ettiğini anlamadım; ama daha çok hayatını nerede ortaya koyduğu konusunda kafam karıştı.

Merdan Yanardağ, PKK’nin yayın organlarından Özgür Gündem gazetesinde “kirli savaş’ın en yoğun bir şekilde yaşandığı 1991-92 yıllarında “yazı işleri müdürü” olarak çalıştı.

“Milli bir iş yaptım” derken canını tehlikeye atarak “PKK medyasına sızmayı” mı kastetti acaba?

 Ne dersiniz?

 

BOYNUZ KULAĞI GEÇİYOR

BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş; Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ı, idam edilişlerinin 50. yılında, yayınladığı videolu paylaşımla andı.

Baş, şu ilginç ifadeleri kullandı: “Onların içinde olan delikanlılardan bir tanesi Deniz Gezmiş. Allah rahmetini bol eylesin. 'Terörist' dediler, ona çok ağladım. Yemin ederim ki şehit…”

Hüseyin Baş’ın “Kadiri şeyhi” Haydar Baş’ın oğlu olduğundan dolayı bu açıklamaya şaşırdığınızı söylemeyin!

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının, dönemin cari hukukuna göre idamı hak edip etmedikleri konusu elbette tartışılabilir; ama siz yine de o gençlerin “komünist” olduğundan söz etmeyin!

İslam’a göre “şehid” kavramının sadece ehli iman için kullanıldığından, “Allah yolunda savaşırken öldürülenlere” şehid denildiğinden de söz etmeyin!

Çünkü şehid için şöyle bir tanım daha vardır:

“Şehid, yüce bir dava uğruna öldürülendir. Kanı onun ne için öldürüldüğüne şahidlik edecektir.”

İdamında bulunan imamın iddiasına göre ‘Kelime-i şehadet getirmeye davet edilmiş; ama kendisi bunu reddetmiştir’.

Komünist olduğu konusunda da bir şüphe yok gibidir.

Ama herhalde Hüseyin Baş’ı bu kanaate sevk eden “Atatürkçü” olmasıdır.

Haydar Baş, Atatürk’ün “seyyid” olduğundan “hafız” olduğundan söz ettiğinde sınırları çok zorladığını düşünmüştük, ama demek ki, “boynuz kulağı geçiyor”muş.