• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Herkes CHP’li Bolu Belediye başkanının faşist uygulamalarına odaklanmışken partinin genel başkanı ondan geri kalmadığını gösteren pozlara bürünmeye başladı.

Mersin’deki konuşmasında şunları söyledi Kemal Kılıçdaroğlu:

"En geç 2 yıl içinde hiç meraklanmayın tüm Suriyeli kardeşlerimizi davulla, zurnayla memleketlerine göndereceğiz. Bize güveneceksiniz. Söz veriyoruz bize güveneceksiniz, biz de size güveneceğiz. Güven üzerine siyaseti inşa edeceğiz. Asla ırkçılık yapmıyorum, herkesin kimliğine saygılıyım.

Suriyeliler de kendi ülkelerinde huzur içinde birlikte yaşasınlar. Buraya isterlerse turist olarak gelebilirler, kapılarımız açık. Gezebilirler, hiçbir sorun yok.”

“Asla ırkçılık yapmıyorum” vurgusuna dikkatinizi çekerim.

Bir defa Türkiye’deki mülteciler sadece “Suriyeliler”den oluşmuyor.

Afganlılar, İranlılar, Iraklılar, Afrikalılar da azımsanmayacak sayıda var.

Mesela neden “İranlı kardeşlerimizi memleketlerine göndereceğiz” demiyor?

Ben söyleyeyim. Böyle bir şey söylediğinde Avrupa ve Amerika’daki dostları kızar ve kulağını çekerler.

Yani altı oktan biri olan Milliyetçiliği ekonomik krizle harmanlayarak seçmen tercihlerine oynuyor.

Suriyelilerin ne devlete ne de halka en ufak bir külfet getirmediğini, aksine ekonomiye katkıları olduğunu, işsizliğe sebep olmadıklarını, ihracat artışında ciddi paya sahip olduklarını Kılıçdaroğlu çok iyi biliyor.

Kaldı ki bu ülkede eskiden beri yabancılar vardı ve bunlar turist değil yerleşmiş ve iş kurmuş kişilerdi.

Daha Suriye olayları patlak vermeden önce bile…

2011 tarihli bir haberden bölümler paylaşayım:

“Dört yıl kadar önce yayımlanan bir başka veriye göre ise toplam olarak 176 bin 717 yabancının Türkiye’de yaşadığı, bunların 54 bine yakınının Bulgaristan, 10 bini aşkınının Azerbaycan pasaportu taşıdığı, ardından Almanlar’ın, Ruslar’ın, İngilizler’in, Iraklılar’ın, Amerikalılar’ın ve İranlılar’ın geldiği bildiriliyordu.

Devlet İstatistik Enstitüsü’ne göre, Türkiye’de 1994’te 72 bin yabancı varken, 2001’de bu sayının 161 bine yükseldiği saptanıyordu. Aynı kurum, Türkiye’de yarım milyona yakın kaçak göçmen yakalandığını da ekliyordu.”

“Yakın zamanda gazetelerde çıkan iki haberi ekleyeyim. Bunlardan birincisine göre, Türkiye’deki yabancı şirketlerin sayısı 26 bin civarında. İkincisine göre ise, 85 bini aşkın yabancı uyruklu kişi Türkiye’de arsa ve ev almış durumda. Başta İngilizler ve Almanlar geliyor.

Yabancıların yaşamayı ve çalışmayı en çok tercih ettiği illerin başında İstanbul, Antalya, Ankara, İzmir, Muğla ve Bursa geliyor.”

Daha önce bu köşede dile getirdim, yine söyleyeyim.

TÜSİAD’ın başındaki kişi İtalyan doğumlu biri ve Türkiye’ye yerleşmiş.

İlginç bir şey daha söyleyeyim.

Türkiye ve Ermenistan arasında gerginliğin arttığı 2010 tarihinde Erdoğan, “Türkiye’deki 100 bin kaçak Ermeni’yi sınır dışı edebiliriz” demişti de kamuoyu bu kadar çok sayıda kaçak Ermeni’nin varlığından haberdar olmuştu.

Ege ve Akdeniz’de yerleşmiş çok sayıda Avrupalı hiç sıkıntı vermiyor CHP liderine.

O zaman Kılıçdaroğlu’nun derdi ne?

Ekonomik krizin faturasını mültecilere kesmek isteyen orta kesim seçmene göz kırptığını söylemiştik.

Ama sadece bu da değil mesele.

Mültecilerin dönmesi durumunda büyük bir kısmının ağır baskılarla karşı karşıya kalacağı ortada; ama bu şekilde zalim Esad’ın hakimiyeti pekişecek ve bu da Kılıçdaroğlu’nun istediği bir şey.

Mültecilerin gitmesi demek, Türkiye’nin Kuzey Suriye’den çekilmesi anlamına gelir ki, bunu da HDP ve PKK istiyor.

Neyse biz başa dönelim.

Kılıçdaroğlu, sadece Suriyeliler için değil tüm göçmenler için “davulla zurnayla göndereceğiz” desin biz de destek verelim.

Mesela Selanik göçmeni olan Meral Akşener de Kafkas göçmeni olan Ümit Özdağ da Bulgaristan’dan, Azerbaycan ve Romanya’dan gelenler de geri dönsün, olmaz mı?

Hatta Avrupa’ya giden T.C. vatandaşlarını da çağırsın Kemal bey.

Olmaz mı?

 

BAHÇELİ NE YAPIYOR?

İBB’de “Terörle iltisaklı personel” soruşturması karşısında savunma ve saldırı refleksleriyle yapılan hamleler ve açıklamalar ilginç bir tablonun oluşmasına neden oldu.

İçişleri Bakanlığının yaptığı açıklamalar ve DİAYDER soruşturması üzerinden işin İBB yönetimine uzanması ihtimalinden dolayı CHP’li belediyeler bir taraftan, Kılıçdaroğlu ve Akşener diğer taraftan gardını aldı ve “hükümet müdahalesine” karşı direneceklerini ifade ettiler.

Hükümet kanadından Numan Kurtulmuş’tan gelen açıklama son derece mutedildi:

“TSK'da, Emniyet'te bazı FETÖ artıklarıyla ilgili soruşturmalar yürütülüyor, kimse 'nereden çıktı bu soruşturma' demiyor. Mücadeleyi sürekli yaparsınız. Aynı mantıkla devam edersek TSK'nın içerisinde bazı FETÖ'cülere karşı operasyon yapılması hükümetin TSK'ya karşı tavrını mı ortaya koyar. Hayır, terörle mücadelede bir süreklilik vardır. Milli Eğitim Bakanlığı'nda operasyon yapılırsa bakanlığı mı suçluyoruz?”

Ama bu açıklama, daha ilk andan itibaren soruşturma sonucunda İBB başkanının dahi görevden alınması gerektiğini söyleyen Devlet Bahçeli’yi rahatsız etti.

Bülent Arınç’ı “CHP içinde yer aramakla”, Numan Kurtulmuş’u ise TSK ve Savunma Bakanını suçlu gösterme çabasına girmekle itham etti.

Arınç neyse de Numan Kurtulmuş’un hedef alınması kafalarda soru işaretlerine neden oldu.

Parti içerisinde Erdoğan’dan sonra en güçlü isimlerden sayılan birini hedefe koymak aslında doğrudan AK Parti’yi hedef almaktır.

Yoksa Bahçeli de artık “Erdoğan sonrası” için hazırlık yapmaya mı başladı?

Şöyle bir senaryo olabilir mi?

Erdoğan sonrası güçlü bir isim olmazsa partide bölünmeler olabilir ve bu esnada “büyük bir parça” MHP’ye yanaşabilir. Gittikçe zayıflayan MHP de bu şekilde kendini toparlayabilir.

Mesele bu değilse Bahçeli’nin bu türden çıkışlarının ve özellikle son “hedef alma”larının başka ne hikmeti olabilir?