SİYASET GEMİSİ PARALEL DEVLETLER
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir süredir stokçulara, kurlarda manipülasyon yapanlara karşı sert önlemler alınacağını söylüyor.
Son açıklaması da oldukça sertti Cumhurbaşkanının:
"Bütçe müzakerelerinden sonra hemen bir yasal düzenleme yapacağız ve bu stokçuların üzerine ciddi manada gideceğiz. Cezai müeyyidelerin çok daha yüksek olacağının sinyalini şimdiden veriyorum"
Ama her nedense hem manipülasyonlar artıyor hem de ürün anlamında stokçuluk alan genişletmeye devam ediyor.
Önce şunu açıklıkla ortaya koyayım: Ne ekonomi konusunda bir uzmanlığım var ne de manipülatif hareketlerin detaylarından haberdarım.
Alanda bu yaşananların sıkıntısını ciddi biçimde çekenlerden biri olarak kanaatimi Siyaset Gemisi okurlarıyla paylaşmak istiyorum.
Geçenlerde görüştüğüm bir gıda toptancısı çözüm anlamında son derece mantıklı şeyler söyledi. Anladığım kadarını aktarayım:
“Stok meselesinin neden çözülemediğini, üzerlerine neden gidilmediğini anlamıyorum. Yağ üzerinden gideyim. Devlet, hangi üreticinin ne kadar üretim yaptığını, yapılan üretimin hangi toptancıya ne miktarda gittiğini, oradan perakendeciye giden miktarı biliyor, çünkü hepsi belgeli. Zincir üzerinde yapılacak takiple nerede stok yapıldığını tespit etmek çok kolay. Üretimde azalma yok, bu ürünün ne kadar ihraç edildiği belli iken eğer stokçu tespit edilemiyorsa o zaman devlet içinde bunu tespit etmek istemeyenler var demektir.”
Şimdi siz gıda, ilaç, otomotiv ve temizlik maddelerinde yaşananları göz önünde bulundurduğunuzda burada “birden fazla devlet” bulunduğuna kanaat getirmez misiniz?
Bir dönem devletin kimi kurumlarını tümüyle ele geçirdiği için FETÖ’ye “Paralel Devlet Yapılanması” dendiğini hatırlarsınız. Şimdi bu yaşananlardan sonra memlekette birden fazla “paralel devlet” bulunduğunu düşünmez misiniz?
Bir devlet stokçuluğu engelleyeceğini ve sert tedbirler alacağını söylüyor, bunun için düzenlemeler yapıyor; ama sistem içindeki “paralel devlet” yapılanmaları iktidar değişikliği için ya denetimleri savsaklıyor ya da suçlara göz yumuyor.
Bir şey düzelmiyor.
Yani eğer Erdoğan ve ekibi gerçekten de bir şeyleri düzeltme derdindeyse önce devlet içindeki “paralel yapılanmaları” tespit edip tasfiye etmelidirler.
KÜRT OLMA
HDP’nin kapatılması istemiyle açılan davanın iddianamesinde hakkında 'siyasi yasak' talep edilenlerden biri de HDP'li Sırrı Süreyya Önder…
Önder, Anayasa Mahkemesi'ne verdiği yazılı savunmasında, "Siyaset yasağı bana işlemez; Kürt olmayı, solcu olmayı, daha insani bir gelecek hayal etmeyi elimden hangi yasak alabilir!" ifadesini kullanmış.
“Romantik devrimci” jargonuyla yine gündem olmaya çalışan klasik Sırrı Süreyya Önder üslubu, diyebilirsiniz; ama bence sözlerine bir daha bakın.
Evet, her zamanki gibi yine ayrıntılara takıldım.
“Kürt olmayı, solcu olmayı, daha insani bir gelecek hayal etmeyi…”
Solcu olunabilir, hayal edilebilir; ama Kürt olunamaz, öyle değil mi?
“Kelimelere takılma, ifade etmek istediği şey Kürt kimliğinden soyutlanamayacağıdır” diyorsanız yine yanlış yapıyorsunuz.
Sırrı Süreyya bir Adıyamanlıdır; ama Kürt değildir.
Aklıma hemen bir televizyon kanalında sarf ettiği şu sözü geldi: “Ben Kürt kökenli değilim, Türkmen bir ailenin çocuğuyum.”
Bu arada Sırrı Süreyya’nın uzun süre İmralı ziyaret ekibinde olduğunu hatırlatayım. Ve İmralı ziyaret ekibindeki Pervin Buldan’ın da aslen Arap kökenli olduğunu hatırlatmama ekleyeyim.
PKK her zaman derdinin Kürdistan değil de “Tam demokratik Türkiye” olduğunu söylüyor ki bu söylem HDP tarafından da sık sık dile getirilmiştir.
HDP’nin gündemini Kürtlerin sorunlarından çok eşcinsel sapkınlıklara alan açılması ve Öcalan’ın durumu doldurmaktadır.
HDP’nin ittifak ortakları Kürt kimliğini inkar edip “Etnik temelli” anayasa oluşturan CHP ve ultraTürk milliyetçisi İYİ Partidir. (Şimdi kalkıp “Biz İYİ parti ile ittifak halinde değiliz” diyecekler; ama mesela İstanbul, İzmir ve Adana’da ortak adaya beraber oy verdiklerini ve belediye bünyesinde beraber çalıştıklarını inkar edemezler)
Şimdi kalkıp “Bunlar zaten bilinen şeyler, neden anlatıyorsun?” diyebilirsiniz.
Anlamadığım için…
Evet, gerçekten de ortada bu ittifaklar ve hedefler varken, “Türkmen olan” Sırrı Süreyya Önder’in savunmasını “Kürt olma” üzerine kurmasını anlamadığım için bunları anlattım.
Anlayan varsa bana da izah etsin.
ZARARIN MANTIĞI
Sırrı Süreyya Önder’in “Kürt olma”sını anlamadığım gibi İBB’nin yaşattığı rezaletler karşısında hiçbir tepki vermeyen hatta bunlardan dolayı eski yönetimi suçlayanların mantık örgüsünü de anlamıyorum.
Bir-iki saat İstanbul caddelerinde gittiğinizde istisnasız birkaç tane bozulmuş belediye otobüsüne rastlıyorsunuz. Araç bakım ihalesinin iş bilmeyen birilerine peşkeş çekildiği ortadayken bu durumda bile “Eski yönetim araç alacağına paraları vakıflara yedirdi, o yüzden bu durum yaşanıyor” diyecek kadar zeka yoksunu bir kitle oluşmuş maalesef.
İnanın bana “artık bunun üstü yok” dediğiniz durumlarda bile sizi şaşırtmaya devam eden yorumlarla karşılaşıyorsunuz.
Bir örnek vereyim.
İSPARK'ın, Sayıştay'a verdiği mali tabloda 2020'de 41 milyon 351 bin 130 lira zarar ettiği ortaya çıkmış.
Bir işyeri neden zarar eder?
Bir şey alırsın; ama işlerin ters gider alış fiyatına ya da o fiyatın altında satarsın ya da satmak zorunda kalırsın, böylece zarar oluşur.
Daha açık bir deyişle maliyetine ya da maliyetin altında satış durumunda zarar oluşur.
İSPARK denilen ve bana göre “Deli Dumrul yasası” ile oluşturulan, belediye iştiraklerine haksız kazanç sağlamak için oluşturulan bir kurumda zarar nasıl olur?
Hangi ürünü alıp da maliyetine ya da maliyetinin altında sattınız da zarar ettiniz?
Arabasını park edip bir devlet kurumunda, bir bankada, bir mağazada işi olan kişiden yarım saat karşılığında para aldınız.
Ne kira ödüyorsunuz, ne bakım onarım masrafınız var.
İşte böyle bir zarar karşısında bile “Ama dolar bilmem kaç lira oldu, her şeye zam geldi” savunması yapan duymaz, görmez, anlamaz bir kitle var maalesef.
Yahu, doların yükselmesi karşısında, zamlar karşısında hükümete edeceğin lafı et de bunu İSPARK’ın zarar etmesi konusuyla bağlama!
Rabbim hepimize anlayış ve adalet duygusu nasip etsin.