SİYASET GEMİSİ / MUHALEFET İÇİNDE MUHALEFET
CHP oldukça hareketli bugünlerde.
Siz bakmayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Erdoğan ve çevresini kastederek “Benden korkuyorlar” dediğine. Bugünlerde uykularının kaçtığını söylersem hiç abartmış olmam.
Ayrılmalardan ya da daha ekstrem bir tabirle “bölünmelere doğru giden” sürecin rahatsız ediciliğinden söz ediyorum.
Aslında süreç bir balonun fazla şişmesi ve zayıf yerlerinden patlama noktasına gelmesi ile tarif edilebilir.
Partide yine “çok sayıda hizip” vardı; ama bazılarının etkinliği gittikçe azaltılıyordu.
Hafif hafif “Baykal ekibi” tasfiye edilirken çok da dikkati çekmedi. Ne de olsa “Genel başkan kendi ekibiyle” çalışmak istiyordu.
Sonra eski meşhur Kemalistler, “partiyi gençleştirme” ve geniş kesimlere açma adı altında tasfiye edildiler.
Öztürk Yılmaz, “altı ok”un “Atatürk milliyetçiliği”nden yola çıkarak “Türkçe ezan” istediği için ihraç edildi. Kılıçdaroğlu’nun aksine “bazı” CHP’liler ağızlarındaki baklayı çıkarmakta bir beis görmediler: Öztürk Yılmaz’ın söylemlerinin “zamanı” değildi.
Mustafa Sarıgül, “rant paylaşımı” konusuna kurban edildi.
Ve Muharrem İnce…
“Memleket meselesi” tartışılarak “Memleket hareketine” dönüştü, şimdi de “Memleket partisi” hazırlığı var.
Diğerleri neyse de Muharrem İnce, Kılıçdaroğlu için büyük tehlike…
Adamda bir zamanların Deniz Baykal üslubu var ve “Muhalefetin muhalefet edememesinden” muzdarip CHP seçmeninin ilgisini çekecek.
Girişi de çok sert oldu Muharrem İnce’nin.
“CHP yoldan çıktı” dedi.
Daha da ileri gitti Muharrem İnce ve ‘CHP'nin artık Atatürkçü bir parti olmadığını’ söyledi.
Elinde de tepe tepe kullanacağı bir Canan Kaftancıoğlu söylemi var.
Kılıçdaroğlu ise Kemalist saldırı karşısında “yumuşak karın” olan Kaftancıoğlu’na “solun farklı tonlarını” karşısına almamak için bir şey diyemiyor.
İstanbul İl başkanı da sanırım durumun vahametinin farkına vardı ve kendisini hedef alanları iddialarından vurmak için konuştu:
"Canan Kaftancıoğlu olarak benim fikirlerim hiç değişmedi. Ben CHP'de olsun ya da olmasın, Atatürk ile sorunu olan biriyle değil siyaset yapmayı, evine gidip dostluk yapmayı bile kendi adıma doğru bulmam.”
Hani bir ara ‘Atatürk diyemediğini’ bunun yerine ‘Mustafa Kemal’ dediğini söylemiş ve “Neo Kemalist AK Partililer” tarafından “siyasi linçe” maruz kalmıştı ya, işte onu düzeltme telaşı ile söylenmiş sözler…
Muharrem İnce, bundan ne anlar bilemiyorum; ama ben bu sözleriyle Kaftancıoğlu’nun Saadet Partilileri ve HDP’lileri de “Atatürk ile sorunu olmayanlar” kategorisinde değerlendirdiğini düşünüyorum.
O zaman önümüze yeni, yepyeni bir sorun daha çıkmış oldu: Hangi Atatürkçülük?
Saadet Partisinin kendine yakın gördüğü Atatürk, 1920-23 arası olanı. O da 23’te bitti ve bir daha da ona dönüş olmadı.
23-28 arası devrimler dönemidir ve Kemalizm şekillenmeye başlamıştır.
28-38 arası kafatası ölçümlerinin yapıldığı, “andımız” ve “Türkçe ezan” dayatmalarının söz konusu olduğu “Klasik Atatürkçülük” ya da “Mahmut Esat bozkurt Atatürkçülüğü” vardır.
50’ye kadar faşizm kokan, 50’den sonra yavaş yavaş sola meyleden bir Atatürkçülük görünür hale gelmiştir.
60’lı yıllarda sol’un desteklediği “darbeci Atatürkçülük”, 70’li yıllarda “bağımsız Türkiye” sloganları atan Deniz Gezmiş ve Mahir Çayanların “militan” Atatürkçülüğü…
Günümüze gelirsek…
Böyle bir alanda Muharrem İnce’nin 23-28 ruhuyla, Öztürk Yılmaz’ın 28-38 ruhuyla söyleyecekleri elbette vardır; ama Kılıçdaroğlu için sadece bir kaos ve karmaşa söz konusudur.
Halbuki “hesap uzmanı” için ne güzel bir ortam oluşmuş, Erdoğan güç kaybetmiş, muhalefet “Erdoğan olmasın da kim olursa olsun” noktasına gelmişti. Yerel seçimde “ittifak” adı altında her şeyi “kendine” toplamış, parlamenter sisteme dönüş hayalleri kurmuş, başbakanlık planları bile yapmıştı.
Pandemi vardı, uluslararası yaptırımlar vardı, zamlar vardı, geçim sıkıntısı vardı.
Hatta Trump gitmiş, Biden gelmişti.
Yani ortam muhalefet için çok uygundu; ama işte “ufak bir dokunuşla” partilerin içindeki hizipler gün yüzüne çıkmış, hayaller dökülmeye başlamıştı.
Sonu nereye mi varacak?
Kanaatlerim şimdilik bende kalsın da en iyisi şu temkin dolu iki sözcük…
Bekleyip göreceğiz.