• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Birçok kimsede ve kurumda virüse karşı ciddi bir önlem alma çabası göze çarpıyor.

Maske takanlar, daha markete girer girmez eldiven takmanı isteyen çalışanlar, aralıklarla dezenfekte çalışması yapanlar…

İnsanların dokunabileceği her yeri temizlemeye çalışanlar var.

CHP’li Büyükçekmece Belediyesi de dezenfekte işlemlerine başlamış.

Ama ilginç olan şu ki önce meydanlardaki heykelleri dezenfekte ederek başlamış işe…

“Ne alaka?” diye düşünüyorsunuz tabii.

Aslında ben de düşündüm ve şaşırdım; ama aklıma bir ihtimal geldi.

Acaba, diyorum, meydanı izleyen kameralardan geceleri gelip heykellere el ve yüz süren hatta onları yalamaya çalışan birilerini mi gördüler?

“Olur mu öyle şey?” demeyin. Anıtkabirde katafalkın önünde secdeye kapanan, oradaki betonu öpüp yalayanları görmediniz mi?

 

***

Böyle bir iddia ortaya attılar ve ciddi ciddi arkasında durdular.

“Çin hükümeti, 1940 yılında ülkelerinde yaşanan kolera salgını sonrası 1928 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk'ün talimatıyla kurulan Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi kendilerine yaptığı yardım dolayısıyla Türkiye'ye korona virüs tespitinde kullanılan tanı kitlerini ücretsiz gönderdi.”

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya bile sordular. Bakan “Hayır, hepsinin parasını biz ödedik” dedi.

Türkiye o sıralarda bir yerlere yardım yapabilecek durumda mıydı, tartışılır; ama daha önemli bir şey var.

Çin Halk Cumhuriyeti olarak bilinen ve zalim bir komünist olan Mao tarafından kurulan devletin tarihi 1949’dan başlar.

Yani 1940’ta Çin’de başka bir devlet vardı ve Komünistler o devlete düşmandı.

Ha bir de şu var: Atatürk, 1938’de öldü ve eğer varsa bir yardım o yardımın tarihi ise 1940.

Yok, Atatürk o kurumu 1928’de kurmuştu da, yok şöyle iyi işler yapmıştı da…

Karantina ortamında okumayla meşgul olalım, diyoruz, siz ise durmadan güldürüyorsunuz.

 

***

Bizim memleketimizde hiçbir aşının fayda vermediği “imansızlık” virüsü kapmış bir kitle var.

Her an kudurmaya hazırdırlar.

Deprem olur, herkes yardımlaşır, birbirine destek çıkar.

Bizim hastalıklı tipler kulaklarını dikip beklerler. Ne zamanki biri “Allah’a şükür” dese, “Takdiri ilahi” dese, ağızlarından salyalı köpükler akıtarak dine, dindara saldırmaya başlarlar.

Salgın olayında da kendilerinden beklenen kudurganlık performanslarını sonuna kadar sergiliyorlar.

Sabırdan, duadan, salavattan söz edildiğinde kin ve nefretten kudururlar.

Zekâdan yoksun yorumları karşısında bir “la havle” bir de “Euzu besmele” çekmek gerekiyor.

Şunu yazmış biri: “150 bin imamın 1 tane doktor etmeyeceğini böylelikle anlamış oldunuz umarım”

Sosyal medyada “Muro Başkan” şöyle bir cevap vermiş:

Göktaşı yaklaşsa 150 bin doktor 1 gökbilimci

Depremde 150 bin profesör 1 akutçu

Yangında 150 bin mühendis bir itfaiyeci etmez..

Küçük beyinler ana takılır, nostaljik beyinler maziye.

Büyük beyinler maziyi okur anı teşhis ve tedbir ile atiye uzanır.

Siz bunu pekala bilirsiniz...”

Muro Başkan’a bu tipler için “Biliyor da hınzırlığına yapıyor” demeyeceğim. Hınzırlığına bir şey demem; ama bildiğini sanmıyorum.

Bilseler bir devlet kurumu olan Diyanet’in “virüsle mücadeleye maddi katkı yapmasını” isterler mi?

Öyle ya eğer gerekli mücadele devlet tarafından yeterli derecede yapılıyorsa sorun yok!

Devlet gerekli mücadeleyi yapmıyorsa hedefin doğrudan devlet olsun, bir devlet kurumu olan Diyanet değil.

Ama mesele hınzırlık!